Sıla ki rahimdir; anadır, babadır, kardeştir...
Sıla ki Rahîm’dir; rahmeti ruhlarımıza eştir...
Anan mı var gardaş sılada,
Ya atan mı var?
Anadan öksüz, babadan yetim yatan mı var?
"Bir yiğit sıladan gitmeli olsa,
Acısı yüreğinden gitmez sılanın."
demiş Karacaoğlan.
Koş gardaş, koş!..
Sılanın yolları kapandı mı yürekte, yüreğin yolları da kapanır gardaş.
Canında can bildiğin değilse toprağın, toprağın da canı çekilir.
Sılaya gitmedin mi, muamma zamanların ölü dehlizlerinde kaldın demektir.
Sevgiyi, kürek mahkumu gönüllere saldın demektir.
Sılada hayallerin damarını çaresizlikler emerken;
Hüzün bakiyyelerinde denizler kurur da
Biteviye düşünceleri aykırı avcılar vurur.
Bozkırlarda dalga dalga çırpınan kuşların uç verir kanatları;
Ve namert kurşunlar vurur, kuzuları ve atları...
Sılanın haberi gelmezse gardaş;
Dünyanın yosunlu hayallerinde güvercinler mektuplarını yitirir,
Erdemin sularına denizkızı koroları ağıtlar getirir.
Sabahları kederlerin gölgelediği morötesi ebemkuşağının ardında sevgiler renk renk dökülür
Ve toprağa yapışan asırlık hasretler ilmik ilmik sökülür.
Sılaya giden yolda ölümler acıların örtüsü;
Ayrılık gözyaşıyla kankardeş olur
Ve tanıdık kayıp yüzler girer rüyalara,
Geceler uzadıkça uzar da, yekdiğerine eş olur...
Sılaya haber gitmezse gardaş,
Başka kentleri özleyen duygulara tutsak düşer eller
Ve tanınmamış yarımları, kederli gölgeler bütünler.
Yalancı dağların ardından sevgililerine bıraktığın kubbe kubbe ezanları duymuyorsan gardaş,
Avuç avuç ağla gel... Avuç avuç ağla gel!..
Kopmuş takvimlere inat, ak lekeler düşürüp alnına,
Kıvrılan yollarda kaputuna sarılan asker misali gel...
Çağla durmadan, dinlenmeden,
Dinlenmeden, durmadan çağla gel!..
Sılaya bir kuş uçmazsa gardaş,
Yılda bir olsun bir kuş uçmazsa sılaya;
İçinde elem, gözünde nem var demektir bir yiğidin.
Ve gardaş duvarı nem, yiğidi gam öldürür...
Vişne dallarında kalan arzular gibi mânâları da değişir sonra hecelerin
Ve kırık melodiler çırpınır yaralı tuşlarında gecelerin...
Ayak sesini tanıyan kadim coğrafyalardan başka ne kaldı bağrında gardaş,
Biriktirip bir yere koyamadığın ağrından başka ne kaldı?!..
Sılanın toprağına düşmeyince gardaş,
Başak verir mi bir tohum?
Ve şâhları, bir payitahta düşmeden teslim alır mı ölüm?!..
En uzun yola gidenlerin her şeyleri eksik kalıyor hayatta değil mi gardaş?
Eksik kalıyor değil mi her şeyleri?!..
Gelmeyecek birini gözleyen avare pencerelerde gül atmaktan ne fayda,
Minyatüründen çalınmış yavru ceylanın kapısını kapatmaktan ne fayda?!..
Bakır kâselerde kurumuş gül yapraklarınca serpiliyor sıla ayaklarına,
Ve yaşama sevinci vuruyor sılanın taklarına;
Hissediyor musun?
Söğüt yaprağından ince ıslıklar çalıyor yollarında çekirgeler,
Yollarında çekirgeler ıslıklar çalıyor söğüt yaprağından ince...
Kapa gözlerini ve dinle gardaş,
Duyuyor musun?!..
Sılaya çıkmayan yol, yola çıkmayan yiğit gibi yitiktir gardaş
Ve sevincin gül desenli kumaşını giysen yine dikenler çizer yüreğini lif lif,
Yine dökülür içinin mürekkebi sayfalara elif elif...
Rüzgarları toplayan sarmaşıklardan örülür sılanın surları,
Ve salkım salkım boşluğa tırmanan yıldızlardan görülür sıla yağmurları.
Hür ve aydınlık kaldırımlarından sonra sılanın,
Tenha yollarda gelincikler ve seyyâhlar ağlar;
Yunus’un sıla dolu mısralarından rahmete uzanan seherlerde âhlar ağlar.
Sıla ki rahimdir; anadır, babadır, kardeştir...
Sıla ki Rahîm’dir; rahmeti ruhlara eştir...
Kervancıbaşı! Çal davulunu!..
Ağlama gardaş, alnın kırışır;
Ve gülmek insana en ziyade, sılada yaraşır.