9 Nisan 2016 Cumartesi

KORKMAYIN

İltifat etmekten korkmayın.
İnsanların sahip olduğu güzellikleri görmekten de.
Arkadaşlarınızın başarıları ile gurur duyun,
Mutlu olun mutluluklarıyla.
Hayatta hiç kimse, kimsenin nasîbini çalamaz,
İnanın,
Kimse alamaz sizden, gerçekten sizin olanı.
Hayatı zehir etmekten baska nedir kendimize;
Kıskanmak, hased etmek, buğuz etmek, nefret etmek...
Gücümüzu çalmaktan, yaşam enerjimizi tüketmekten başka ne işe yarar kusur aramak insanlarda.
Her zaman gülümseyin hayata...
Sizi sevdigi ve şimarttığı zamanlarda değil yalnızca,
Üzdüğü zamanlarda da...
Mutlaka tutunacak bir dal gizler çünkü Yaradan
Yaşamin hem en dik yamaçlarında, 
Hem de en derin uçurumlarında
Yeterki inanın O'na
Ve  vazgeçmeyin asla;
Iyilikten,
Güzellikten,
Sevmekten,
Sevilmekten,
Gülmekten,
İNANMAKTAN...


8 Nisan 2016 Cuma

BÜLBÜL GÜLE, GÜL BÜLBÜLE GÖTÜRÜR

Güzel bir bahçede, güzel çiçekler vardır.
Güzel koku, güzel kokan çiçeklerden alınır.
Güzel bir bakış, ancak güzel bir gözde bulunur.
Güzel sözler, güzel dudaklardan dökülür.
Güzel bir ömür, güzel yüreklerle sürülür.
.............................
Çevreni iyi seç!
Seni yavaşlatan,
Negatif enerji veren,
Takdir etmeyen,
Hoşnut olmayı bilmeyen,
Her şeyden şikayet eden,
Herkesi kötü adleden,
Okumayan,
Gelişmeyen,
Değişmeyen,
Eleştiren,
Ama eleştiri kabul etmeyen,
Sevmeyen,
Ama nefret eden insanlardan köşe bucak kaç.
Etrafını pozitif insanlarla donat
Ki mutlu olasın... :)


Solomon Adası’nda ki halkın, büyük ve güçlü ağaçları devirmek için ilginç bir yöntemi varmış. Güçlerinin yetmeyeceğini, ve baltayla kesemeyeceklerini düşündükleri ağaçları yıkmak için hep birlikte ağacın etrafına toplanırlar ve hep bir ağızdan ağaçlara kötü sözler fısıldayıp lanet okurlarmış. Ve bir süre sonra bu ağaçlar kurumaya yüz tutar, yavaş yavaş yapraklarını döker, sonra da devrilip giderlermiş.

Solomon Adasının yerlilerine benzemeyin, benzeyenlerden de uzak durun ki,devrilmeyesiniz...

KİME GÖRE YANLIŞ, NEYE GÖRE YANLIŞ!

Herkesin yanlış yaptığını, sen doğru yaparsan;
Yanlış yapanın sen olduğunu söylerler,
Kulak asma...

BÜTÜN MESELE HAZIR OLMAKTA - SHAKESPEARE


KORKUYOR;
İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor. 
Sevilmekten korkuyor, 
...kendisini sevilmeye layık görmediği için. 
Düşünmekten korkuyor, 
...sorumluluk getireceği için. 
Konuşmaktan korkuyor, 
...eleştirilmekten korktuğu için. 
Duygularını ifade etmekten korkuyor, 
...reddedilmekten korktuğu için. 
Yaşlanmaktan korkuyor, 
...gençliğinin kıymetini bilmediği için. 
Unutulmaktan korkuyor, 
...dünyaya iyi birşey vermedigi için. 
Ve ölmekten korkuyor 
...aslında yaşamayı bilmediği için.

Serçenin ölmesinde bile bir bildiği vardır kaderin.
Şimdi olacaksa bir şey yarına kalmaz, 
Yarına kalacaksa bugün olmaz.
Bütün mesele hazır olmakta.


7 Nisan 2016 Perşembe

ADAM OLMAK-RUDYARD KIPLING

çevrende herkes şaşırsa bunu da senden bilse 
sen aklı başında kalabilirsen eğer 
herkes senden kuşku duyarken hem kuşkuya yer bırakır 
hem kendine güvenebilirsen eğer 

bekleyebilirsen usanmadan 
yalanla karşılık vermezsen yalana 
kendini evliya sanmadan 
kin tutmayabilirsen kin tutana 

düşlere kapılmadan düş kurabilir 
yolunu saptırmadan düşünebilirsen eğer 
ne kazandım diye sevinir 
ne yıkıldım diye yerinir 
ikisini de önem vermeyebilirsen eğer 

söylediğin doğruyu ve gerçeği büken düzenbaz 
kandırabilir diye safları dert edinmezsen 
ömür verdiğin işler bozulsa da yılmaz ve 
yeniden koyulabilirsen işe 

döküp ortaya varını yoğunu 
bir yazı turada yitirsen bile 
yitirdiklerini dolamaksızın diline 
baştan tutabilirsen yolunu 

yüreğine, sinirine “dayan” diyecek 
direncinden başka şeyin kalmasa da 
herkesin bırakıp gittiği noktaya 
sen dayanabilirsen tek başına 

herkesle düşüp kalkıp yine de erdemli kalabilirsen 
unutmayabilirsen halkı krallarla gezsen de 
dost da düşmanda incitemezse seni 
ne küçümser ne de büyültürsen çevreni 

her saatin her dakikasına 
emeğini katarsan alın terine 
hakçasına bölüşürsen vicdanındaki adaleti 
her şeyiyle dünya önüne serilir 
korktuğun yerde el öpmez 
hükümran olduğun yerde ezmezsen 
oğlum adam oldun demektir 
üstelik adam gibi bir adam. 

İSTEDİĞİNİ SÖYLEYEN, İSTEMEDİĞİNİ İŞİTİR...

Sözünü bilen kişinin
Yüzünü ak ede,bir söz 
Sözü pişirip diyenin

İşini sağ ede bir söz.

Kişi bile söz demini,
Demeye,sözün kemini 
Bu cihan cehennemini 
Sekiz uçmağ ede, bir söz 

Söz ola,kese savaşı 
Söz ola,kestire başı 
Söz ola,ağulu aşı 
Bal ile,yağ ede; bir söz... 

(Yunus EMRE)

KADIN KALBİ DAHA HASSAS / 11-17 NİSAN KALP SAĞLIĞI HAFTASI


Kardiyoloji Uzmanları kadın kalbi ile erkek kalbi arasında birçok fark bulunduğunu, bu farklılıkların kadın kalbine daha dikkatli yaklaşım gerektirdiğini belirtiyor. 
5-12 Nisan Kalp Sağlığı Haftası kapsamında konuyla ilgili kadın ve erkek kalbinin 12 farkı ve alınması gereken tedbirler ise şöyle sıralanıyor: 
1. 60 gram daha küçük
Kadın kalbi erkeklere oranla daha küçük. Ortalama kadın kalbi 118 gram iken erkeklerde ağırlık 60 gram daha fazla.
2. Damarlar daha ince
Kadın kalbinin damarları daha ince. Erkeklere oranla ortalama 1 mm daha ince olması damara müdahaleleri daha zorlu kılıyor.
3. Çarpıntı daha fazla
Kadınlarda kapak yapısı daha gevşek. Kapak hastalığı ve buna bağlı oluşacak çarpıntı şikayetleri daha fazla.
4. Damarları daha hassas
Kadınlarda kalbin damarları daha hassas, büzüşmeye daha meyilli. İnce damarlarda gelişen geçici büzüşmeler tanısı zorlukla konulan kalp kaynaklı göğüs ağrılarına neden oluyor. 
5. Hastalık zor bulgu veriyor
Kadın kalbindeki hastalıklar zor bulgu veriyor. Sıklıkla EKG ve efor testleri normal saptanıyor. Klinik şüphe ve risk faktörleri göz önüne alınarak ileri testler yapılmalı.
6. Kriz sonrası daha dayanıksız
Kadın kalbi kriz sonrası hasara daha dayanıksız. Kalp krizi sonrası ölüm oranı erkeklere oranla daha yüksek.
7. Tipik olmayan şikayetlere yol açıyor
Kadın kalbindeki hastalık sıklıkla tipik olmayan bulgular veriyor. Erkeklerde göğüs ağrısı ön planda iken, kadınlarda nefes darlığı, halsizlik, yorgunluk, şişkinlik hissi ön plana çıkabiliyor. Bu da tanı konusunda zorluklara yol açabiliyor.
8. Daha çok atıyor
Kadınların kalbi erkeklere göre daha çok atıyor. Örneğin günlük ortalama kalp hızı erkeklerde 70-72 iken, kadınlarda 78-82 arasında seyrediyor. Bu da çarpıntı ve nefes darlığı şikayetlerinin kadınlarda daha çok gözlenmesine yol açıyor.
9. Yan etkilere daha duyarlı
Kadın kalbi özellikle ilaç yan etkilerine karşı daha duyarlı. Ritim bozukluğu oluşma riski erkeklere göre daha fazla.
10. Pıhtı oluşturmaya daha meyilli
Kadın kalbi pıhtı oluşturmaya erkeklere oranla daha meyilli. Doğum kontrol hapı kullanan ve sigara içen kadınlarda bu risk çok daha belirginleşiyor. 
11. Damarları daha dirençli ama!
Kadın kalbinin damarları hastalığa daha dirençli. Erkeklerle karşılaştırıldığında damar hastalığı oluşum riskinde 10 yıllık fark bulunuyor. Ancak bu fark, menopozdan sonra kayboluyor. 
12. Testlerde saptanması daha zor
Kadın kalbini tutan damar hastalığı sıklıkla bir damarı daha çok etkiliyor. Bu da rahatsızlığın testlerde saptanmasını zorlaştırabiliyor. Pek çok kadının kalp sağlıklarına gerekli özeni ve duyarlılığı göstermediklerini belirten uzmanlar “İdeal kilonun korunması, hipertansiyon veya diyabet gibi mevcut hastalıkların tedavisinin ihmal edilmemesi, sigaradan uzak kalınması, düzenli egzersiz, Akdeniz diyeti ile sağlıklı beslenme ve stres ile mücadele narin kadın kalbinin sağlıklı kalmasını sağlayacaktır” diyor.

MEĞER İLİM BİR HİÇ İMİŞ; İLLA EDEP, İLLA EDEP!

Ehl-i diller arasında aradım kıldım talep
Her hüner makbul imiş, illa edep, illa edep

Edep, ahlakın altın oranıdır, yani gözün ve gönlün fıtrattan aşina olduğu hal. Ayrıca insanın kendisiyle, eşyayla, kainatla ve elbette hakikatle kuracağı ilişkinin yegane girizgahı. Tüm varlığı ihata eden/etmesi gereken aşikar örtü.
Edep, bir tür kişilik ve karakter özelliğidir, insanı ar ve utanç verici hallerden muhafaza eden haslet. Tabiri caizse o bir gen dizilimi dir, var olduğu bünyeyi her türlü maddî ve manevî tehlikelerden koruyan kalkan. 
Edep, kendini ve aynı zamanda haddini  bilmektir. Yani nezaket, zerafet, terbiye, utanma ve hicap duygularına sahip olmak. 
"Edep, aklın suretidir."demiş Hz.Ali
"Edep, insanın ziynetidir." demiş büyükler...

Edep bir tâc imiş nûr-ı hudâ'dan 
Giy ol tacı emîn ol her belâdan 

6 Nisan 2016 Çarşamba

YA DUVAR DİBİNDEN YÜRÜYECEKSİN, YA DA MEVCUTLARINLA ORTAYA ÇIKIP "BENDE VARIM!" DİYECEKSİN

Her engel bir fırsattır;
Kalp kırıklığı, güçlü olmayı
Düşmek, yeniden kalkmayı
Yenilmek, yenmeyi öğrenmek için bir fırsattır.

Hastalık, sağlığın
Nefret, sevginin
Suç, bağışlamanın kıymetini bilmek için bir fırsattır.

Başarısızlık, başarılı olmak için fırsattır
Kızmak, affetmek için
Ve
Ayrılmak, kavuşmak için...

İNSAN NE KADAR ÇOK OKURSA, O KADAR ÇABUK BÜYÜR VE BİR O KADAR DA SAĞLIKLI


5 Nisan 2016 Salı

NÂDÂNIN OLUR KALBİ DE NÂDÂN

"Gönül Çalab'ın tahtı 
Çalab gönüle baktı,
İki cihan bedbahtı 
Kim gönül yıkar ise."
"Belâ dildendir, ol dildâr ehlinden dadımız yoktur, 
Gönüldendir şikâyet, gayriden feryadımız yoktur."

Dil-i câhilde olmaz nûr-i irfan 
Ki, nadanın olur kalbi de nâdân

YAŞAMAK GÜZEL ŞEY!?..

Bir yazıda birbiriyle bağlantısız cümleler kuruyorum, bir şeyi anlatırken bir de bakıyorum hop, başka bir konuya geçmişim bile.
Hayatı da öyle yaşıyorum. Her alanda, her konuda konuşuyorum, okuyorum, yazıyorum, çiziyorum.
Bir kitap yazıyorum...
Konusu ne? diyorlar.
Her şey diyorum; senden, benden, bizden, onlardan, herkesten, her konudan, her telden...
Savaş çıkacak, gelecek belirsiz, belki de yok diyorlar.
Varsın olsun, cephedeysek silahla savaşırız; gerideysek kalemle, düşünceyle, fikirle...diyorum.
Boş vermişlik gibi bir şey sanki, değil mi?
Ama değil!
Yaşamayı sevmek bu bence, yaşamak böyle bir şey, 
Biraz kabulleniş, biraz teslimiyet...
Okumak,
Sevmek,
Gülmek,
Geldiği gibi kucaklamak hayatı,
Öfkelenmek,
Kızmak,
Ağlamak,
Yumruklamak duvarı...
Sonra?
Yaşamak.....

Yaşamak güzel şey!
Üstelik hava da güzelse
Hele gücün kuvvetin yerindeyse
Elin ekmek tutmuşsa bir de
Hele kar gibiyse alnın
Hele tertemizse gönlün
Kimseden korkmuyorsan dünyada
Yani kendinden korkmuyorsan
.....
Yaşamak güzel şey
Çok güzel şey doğrusu.

KILAVUZUNUZ KİTAPLAR OLSUN! BIRAKIN KARGALARI; SİZ OKUYUN, ONLAR UÇSUN :)

"Düşünceleriniz hareketlerinize yansır,
Hareketleriniz alışkanlıklarınıza dönüşür,
Alışkanlıklarınız huylarınızı oluşturur,
Huylarınız karakterinizi doğurur,
Karakteriniz ise kaderinizi belirler..."
Ruhunuzu ve zihninizi dinlendirmek mi istiyorsunuz? 
Uykunuzdan biraz ödün verin, 
El ayak çekildikten sonra; 
Sıcak bir çaydan, 
Çocukluğunuzu hatırlatacak bir kokudan 
ve
Dünyanızı değiştirecek bir kitaptan daha etkili ne olabilir ki! 


ÇÜRÜKLERİ ATALIM!...

Ben bir şeyi hiç mi hiç az sevemedim, 
Hele orta hiç sevemedim, 
Hep çok sevdim. 
Arkadaşlarımı da çok severim. 
Yeryüzüne biterim. 
Eve portakal aldığımda kasayla alırım, 
Dayanamayanlar çürür!...
"İnsan! 
Seni savunuyorum; 
Sana karşı!"


(Yedi Güzel Adamdan Biri)


4 Nisan 2016 Pazartesi

KIRLANGIÇLAR-SABAHATTİN ALİ

Şehrin kıyısında, ufacık bir derenin kenarında, dalları suya sarkan ihtiyar bir söğüt ağacı vardır. İlkbaharın başlangıçlarında bu söğüdün dallarına bir dişi kırlangıç gelip kondu; derenin bir başından bir başına yıldırım gibi uçan, beyaz göğüslerini suya dokundurarak şeffaf kanatlı küçük böcekleri yakalayan diğer kırlangıçlara bakmaya başladı. Başını hafif hafif sallıyordu. Derin düşüncelere daldığı belliydi.
Söğüdün dalları hışırdadı. Bir erkek kırlangıç geldi, dişinin karşısındaki dala kondu.
Kırlangıçlar arasında pek teklif yoktur. Uzun uzadıya takdim filan edilmeden konuşmaya başladılar ve pek az sonra da ahbap oldular.
Evvela havadan, sudan bahsedildi. (İki kişi birbirlerini yeni tanıdıkları zaman havadan sudan bahsetmek adettir.) Fakat biraz sonra erkek bir iki dal ileri geldi, dişi daha az çekingen bir hal aldı.
Muhabbeti kaynattılar.
“Olur ya!,” demeyin, iki kırlangıcın ilkbaharda, herkes dört tarafa koşup çalışırken bir söğüt dalında oturup yarenlik etmeleri gündelik işlerden değildir.
Bizim kırlangıçların ikisi de antika mahluklardı, yani öteki kırlangıçlara benzemiyorlardı. (Başkalarına benzemeyenlere antika derler.) Evvela dişi kırlangıç lafı derin tarafından açtı:
“Siz hiç çalışmıyorsunuz..”
Başka bir kırlangıç olsaydı hemen: “Ya siz neden burada oturuyorsunuz,” diye ikinci bir sorguya kalkışırdı. Fakat bizimki derin derin içini çekti ve sustu.
Ve dişi onun söylediği şeyleri anlıyormuş gibi başını salladı ve gözlerini aşağıda şıpırtıyla akan suya dikti.
Bir müddet daha sustular. Erkek birdenbire gözlerini dişiye çevirerek söze başladı:
“Bakınız şunlara…”
Ve aşağıda birbirini çaprazlayarak uçan ve dokuma tezgahının mekiklerine benzeyen kırlangıçları
gösterdi. ”
Bakınız şunlara… Sabah akşam demeden, yaz kış demeden çalışıyorlar. Ben bunlara çok kere sordum: Neden böyle durmadan uğraşıyorsunuz, dedim, cevap vermediler. Omuzlarını silkip yanımdan uzaklaştılar.”
Dişi:
“Birbirimize sen diye hitap etsek nasıl olur?- dedi. Erkek okkalı sözlerine cevap olmayan bu lafı beklememekle beraber, bu tekliften hoşlandı ve tekrar başladı:
“Adeta utanıyorum…” dedi, “Bütün kuşları sıraya dizseler biz herhalde sonuncu gelmeyiz. Kılığımız, kıyafetimiz düzgündür. Aklımız, şu sabahtan akşama kadar avaz avaz bağıran bülbülden herhalde üstündür. Kanadımızı bir vursak en hızlı güvercinden daha çok yol alırız. Halbuki bütün kuşların en zavallısı bizmişiz gibi hiç durmadan didiniyoruz. Şu budala serçe bile üç günlük ömrünü keyifle geçiriyor da, biz arasından uçtuğumuz ağaçları bile fark etmiyoruz.
Biraz durdu, dişiye doğru yandan bir göz attı:
“Yarın öldüğümüz zaman birisi bize sorsa: ‘Dünyada neler gördünüz?’ dese herhalde verecek cevap bulamayız. Koşmaktan görmeye vaktimiz olmuyor ki…”
Dişi, gözlerinin içi buğulanarak:
“Ah,” dedi, “tıpkı benim gibi düşünüyorsun.”
Erkek cevap verdi:
“Zaten seni burada tek başına görünce benim gibi düşündüğünü anlamıştım. Doğru değil mi ama? Şu dünyayı adamakıllı görmeden, dünyanın ne olduğunu adamakıllı anlamadan buradan gidecek olduktan sonra ne diye buraya geldik sanki? Yaşadığımızın farkına varmayacak olduktan sonra ne diye yaşıyoruz?”
Dişi tasdik eder gibi başını salladı:
“Etrafımıza göz gezdirince” dedi, “ben de senin gibi, dört tarafa koşan kırlangıçlardan başka bir şey görmüyorum. Ben de bunlardan mıyım, diyorum, sonra da bunlardan değilim galiba, diyorum. Onlar da beni pek istemiyorlar. Ne yapayım, burada oturup etrafa bakıyorum. Siz de, şey, sen de gelmesen böyle yapayalnız bu yazı geçirecektim.”
Akşama doğru lafları daha derinleştirdiler… Sonra ayrıldılar. Ve her gün buluşmaya başladılar.
Aman yarabbi, neler konuşmuyorlardı!.. Eğer kırlangıçlarda kitap yazmak adet olsaydı, bunların yazacakları kitaplar muhakkak ki üniversitelerde okutulurdu.
Gitgide birbirlerine daha çok alıştılar. Çok kere dişi daha evvel gelir, gözlerini suya dikerek erkeği beklerdi.
Bir gün çiçeklerden, bir gün yıldızlardan, bir gün öteki kırlangıçlardan bahsederlerdi. Hep düşünceleri birbirine uygundu.
Yalnız her ikisinin de içinde gizliden gizliye büyüyen bir korku vardı: Bir gün gelip ayrılmak korkusu.
Hiçbirisi bu korkusunu ötekine söylemeye cesaret edemiyordu. Kim bilir, belki öbürünün yanlış anlayacağından çekiniyordu. (Çünkü içten duyulan şeyler hep yanlış anlaşılır.)
İçlerinde bu ayrılık korkusu büyüdükçe bunu münasip bir şekilde diğerine söylemek için düşünmeye başladılar.
Mesela:
“Hiç ayrılmayalım, olmaz mı,” demek vardı, fakat bu pek geniş manalı ve müphemdi. “Nasıl ayrılmayalım?”
“Bir yuva kuralım!” deseler, bu da pek bayağı kaçacaktı. Hem o zaman başka kırlangıçlara benzeyeceklerini sanıyorlardı.
Dünyanın geçiciliğinden, gökyüzünün sonsuzluğundan, sulardan ve diğer kuşların yaşayışlarından bahsederlerken, gözleri birbirine hasretle bakar ve: “Birbirimizden nasıl ayrılacağız,” demek isterlerdi.
Tesadüfün pek merhametli olmadığını ve birbirine böyle yakın olanları bir ikinci defa karşı karşıya getirmediğini biliyorlardı. Fakat konuştukları dil, diğer kırlangıçların diliydi ve bu dilde, söylemek istedikleri şeyleri söylemekten utanıyorlardı. Bu dil, onların içindeki şeylere uygun değildi.
Yavaş yavaş gözlerine ve bakışlarına bir gamlılık çöktü. Dostluktan filan bahsederken, sesleri titriyor gibiydi; yahut onlar böyle zannediyorlardı. Fakat böyle zamanlarda hemen birinden biri, bir kahkaha atar ve işi alaya bozardı: İçi burkulduğu halde… Nihayet günün birinde ikisi de bunun böyle sürüp gidemeyeceğini anladılar. İkisi de birbirlerine açılmaya karar verdiler.
Sabahleyin karşı karşıya gelince dişi söylemek istediği şeyleri gözleriyle anlatmak istedi. Tam bu sırada, üzerinde oturdukları söğütten sarı bir yaprak koptu, iki tarafa sallanarak aralarından geçti ve dişinin en manalı baktığı zamanda gözlerinin önünü kapattı.
Erkek bu bakışı göremedi.
Fakat her ikisi de sarı yaprağı gördüler.
Erkek ağzını açtı:
“Senden hiç ayrılmak istemiyorum…” demişti ki, buvvv diye soğuk bir rüzgar esti…
Dişi, erkeğin sözlerini işitemedi.
Fakat her ikisi soğuk rüzgarın sesini duydular.
Birbirlerinin gözlerine baktılar; artık yuva kurmak zamanının geçtiğini, sonbaharın geldiğini, ayrılacaklarını anladılar.
İkisi de içini çekti.
Tepelerinden birçok kırlangıçlar geçti: Sıcak yerlere dönüyorlardı.
Ayrıldılar… Ve bir daha birbirlerini görmediler.
Fakat ikisi de küçük derenin kenarındaki söğüdü ve orada geçirdikleri güzel ilkbaharı ve yazı unutmadılar.
Ve ikisi de, böyle bir yaz geçirmemiş olan diğer kırlangıçlara tepeden baktılar… 
Çünkü azlıkta kalanlar çok olanlara nedense tepeden bakarlar.

GÜZEL SÖZLER-CENAP ŞAHABETTİN

Hakiki büyük adamlar 
Güzel ağaçlara benzer 
Dallarında yuvalar kurulur 
Gölgesinde yorgunlar dinlenir 
Çiçeklerine sürünenler güzel koku alırlar 
Meyvesiyle açlar doyar 
Ve yaprakları arasından dökülen güneş damlaları 
Toprağa hayat verir.

ÖNCE KENDİNİ DEĞİŞTİR; SONRA KİM BİLİR, BELKİ DÜNYAYI BİLE DEĞİŞTİREBİLİRSİN!..

Bir manastırda bir pisikoposun mezarı başında şunlar yazılıdır:

"Genç ve hür iken, düşlerim sonsuz iken, dünyayı değiştirmek isterdim.  
Yaşlanıp akıllanınca, dünyanın değişmeyeceğini anladım.   
Bende düşlerimi kısıtlayarak, sadece memleketimi değiştirmeye karar verdim.  
Ama o da değişeceğe benzemiyordu.  
İyice yaşlandığımda, artık son bir gayretle, sadece ailemi, kendime en yakın olanları değiştirmeyi denedim.  
Ama maalesef bunu da kimseye kabul ettiremedim.  
Şimdi ölüm döşeğinde yatarken birden fark ettim ki; önce kendimi değiştirmeliydim. 
Kendimi değiştirseydim, ailemi ve yakınımdakileri değiştirebilirdim. 
Onlardan alacağım ilhamla memleketimi daha ileri götürebilirdim. 
Kim bilir, belki dünyayı bile değiştirebilirdim!"

Bu nedenle dünyayı kurtarmaya önce kendinden başlamak lazım.
Kendini kurtarmaktan acizken, fedakarlık edebiyatıyla memleketi kurtarmaya çalışanlar, bu ülkeye en fazla zarar verenlerdir.


DEĞİRMEN-SABAHATTİN ALİ

Sen sevgiline ne verebilirsin? Kalbini mi? Pekala ikincisine? Gene mi o? Üçüncüye ve dördüncüye de mi o? Atma be adaşım, kaç tane kalbin var senin?
.....
Fakat sevgili bir vücutta bulunmayan bir şeyi, 
Kendisinde taşımaya tahammül etmeyerek, 
Onu koparıp atabilmek, 
İşte adaşım, 
Yalnız bu sevmektir!