22 Nisan 2016 Cuma

SÖZ VE SÜKÛT

Doğru konuşmak iki kişi ister; doğru söyleyen, doğru dinleyen.

Düşüncelerinizde artık huzur bulamadığınızda,
Konuşmaya başlarsınız.
Kendi kalbinizle baş başa kalamayacak hale geldiğinizde,
Dudaklarınızda yaşarsınız.
Artık ses, bir eğlence ve uğraştan ibarettir.
Konuştuklarınızın çoğunda,
Düşünce tamâmen veya kısmen katledilir.
Zîra düşünce,
Göklerin bir kuşudur.
Kelimelerin kafesinde kanatlarını açabilir,
Ama uçamaz...
Aramızda öyleleri vardır ki,
Yalnız kalma korkusuyla laf ebesi ahbaplar arar.
Yalnızlığın sessizligi kendilerini,
Bütün çıplaklığıyla kendi gözlerinin önüne serdiğinde,
Kaçmak isterler!
Öyleleri vardır ki konuşurlarken,
Bilmeden ve farkına varmadan ,
Kendilerininde anlamadığı hakikatleri dile getirler.
Ve öyleleri vardır ki ,
Hakikatleri içlerinde taşırlar ama
Onu sözcüklere dökmeden anlatırlar.
İşte ruh, böylelerinin bağrında ahenkli bir sessizlik içinde yaşar.
Bir dostunuza rastladığınız zaman,
Bırakın içinizdeki ruh dudaklarınızı kımıldatsın
Ve yönlendirsin dilinizi.
Bırakın sesinizin içindeki ses,
Dostunuzun kulağının içindeki kulağa konuşsun.
Zîrâ dostunuzun ruhu,
Rengi ve kadehi unutulup gitse bile
Lezzeti hatırlanan şarap gibi,
Kalbinizin hakîkatini koruyacaktır.

SEVEN YEARS IN TİBET - TİBET DE YEDİ YIL

Eğer bir sorun çözülebiliyorsa kaygılanmaya gerek yoktur. Eğer çözülemiyorsa, kaygılanmanın bir faydası yoktur.

Gerçek bir yaşam hikayesi.

Hikayeyi Avusturyalı bir dağcı olan Heinrich HARRER'in, kendi yaşamını anlattığı kitabından yola çıkarak perdeye aktarmış, yönetmen Jean Jacques Annaud.

Peki 1997 yapımı olan bu film, bunca yıl aradan sonra neden hala aklımızda?

"Bütün varlıklar ölüm ve tehlike karşısında titrer.
Hayat her şeyden kıymetlidir."

"Bir kişi bunun farkına vardığında öldürmez ya da ölüme sebebiyet vermez.
Anlamalısınız, bu sözler her Tibetlinin kalbine yerleşmiştir.
İşte bu yüzden barışçıl insanlarız ve temelde şiddeti reddediyoruz.
Bunu bizim en büyük gücümüz olarak algılamanızı rica ediyorum,
Zayıflığımız olarak değil."
Filmin hafızalarda bu kadar yer etmesini sağlayan en büyük özelliği; insan kişiliğinin geçirebileceği değişimin, ya da bir nevi kişiliğin terbiye edilişinin güzel bir örneğini bize sunuyor olması ve aynı zaman da bunun mümkün olduğunu da somutlaştırıp, ispatlaması.

"Siz hayatınızın her aşamasında zirveye tırmanmayı başaran insana saygı duyuyorsunuz.
Ama biz kendi egolarını terk edebilen,
Ve hayatının her safhasında kendini yükseltebilen insana saygı duyarız.
Çoğu Tibet’li sizin saygı duyduğunuz bu insana, kendi hayatını emanet etmez."

-----0-----

1939 sonbaharında, ünlü Avusturyalı dağcı Heinrich Harrer ve arkadaşı Peter Aufschnaiter, Himalayalar’ın en yüksek tepelerinden birisi olan Nanga Parbat’a tırmanmak üzere yola koyulurlar. Ancak, elverişsiz hava şartları ve çığ tehlikesi onları engeller. Dağcılar kamp yerlerine dönerken, İngiliz askerleri tarafından yakalanıp bir esir kampına götürülürler. Başarısızlıkla sonuçlanan birçok kaçma girişiminin ardından, Harrer ve Peter en sonunda Hindistan’ın dağlarından geçip Tibet’e kaçmayı başarır. Zorluklarla göğüs göğüse mücadele ettikten sonra bu iki adam kutsal şehir Lhasa’ya varır. Lhasa halkı ilk önce Harrer ve arkadaşını yabancı oldukları için yadırgasa da kısa sürede onları aralarına kabul eder. Bu arada, Harrer, 11 yaşındaki dini lider Dalai Lama’nın dikkatini çeker. Aralarında bir dostluk başlar ve Harrer, Dalai Lama’ya İngilizce ve coğrafya öğretip Batı’yı anlatır. Harrer, Tibet’te yedi yıl sürecek macerası sırasında büyük bir politik çalkalanmanın yanında genç Dalai Lama’nın arkadaşlığına ve ruhsal aydınlığına da şahit olur.

"Kültürüne ihanet eden biri, gelenekleri hakkında öğüt vermemeli.
Ölmeni istediğim zamanlar oldu; ama utancın işkencen,
İşkencen de senin hayatın olacak.
Uzun sürmesini dilerim."


İyi seyirler :)


21 Nisan 2016 Perşembe

DÜNYAYA GELİRİZ VE YAŞARIZ... AMA YAŞAMDA BİZİ NEYİN BEKLEDİĞİNİ, ASLA BİLEMEYİZ...


Bazı insanlar nehir kıyısında oturmak için doğar.

Bazılarına yıldırım çarpar.

Bazılarında müzik kulağı vardır.

Bazıları sanatçıdır.

Bazıları yüzer.

Bazıları düğmelerden anlar.

Bazıları Shakespeare'ı bilir.

Bazıları annedir.

Bazıları dans eder.

Bazıları yaşar.

Ve bazıları da yaşadığını zanneder.

THE CURİOUS CASE OF BENJAMİN BUTTON - BENJAMİN BUTTON'UN TUHAF HİKAYESİ

Hayatlarımızı bazen yakaladığımız fırsatlar belirler. Bazen de kaçırdığımız...
F.Scoot Fitzgerald'ın 1922 de yayımlanan aynı adlı kısa öyküsünden uyarlanan 2008 yapımı film, izleyipte unutamadıklarım ve tekrar tekrar izlediklerim arasındadır.
Kitabı seneryoya çeviren ise Oscar ödüllü senarist Eric Roth.
Filmi izleyip de sonuna geldiğinizde, şüphesiz şunu anlayacaksınız; ilahi kudret, dünyadaki nizamı mükemmel bir şekilde inşa etmiş.
-----0-----
Ters yaşlanma!.. 
Zaman ilerledikçe ve yıllar geçtikçe her canlı yaşlanır, her şey eskir; Benjamin BUTTON hariç!..

"Belki saatler ters çalışsaydı mutlu olabilirdik.
En berbat halde doğup, en berbat şekilde ölebilirdik
Ama yine de bir şeyler yolunda gidebilirdi.
Gözlerimizi açtığımız andan, kapattığımız ana kadar dünyayı sevebilirdik.
Belki zamanı geri alıp, kaybettiklerimizi getirebilirdik.
Evlerimize dönebilirdik.
Seksen yaşında doğup, yavaş yavaş onsekizimize doğru ilerlersek,
Hayat sonsuz bir mutluluk olurdu.
Ama olmadı, olmayacak."

Senaryonun temelini oluşturan işte bu, sekseninde doğup yavaş yavaş onsekizimize doğru ilerlemek...
Bir bebek düşünün; boyu ve kilosu bebek ama, 80 yaşındaki bir insan görüntüsünde bedeni ve ruhu 80 yaşında hissediyor kendini...
Yıllar geçip yaş aldıkça gençleşiyor bu beden ve çocuklaşıyor ruhu..
Tüm sevdikleri yaşlanarak bir bir ölürken, sevdiklerini kaybetmenin ve bir başınalığın hüznünü yaşamak kalıyor kendisine...

"Sevdiklerimizi kaybetmek zorundayız. 
Yoksa değerlerini nasıl anlarız."

Bir çocuğu oluyor ve çocuğu büyürken baba sürekli küçülüyor ve sevdiği kadın yaşlanıyor... Onların bu durumdan ötürü kendisinden nefret etmesinden korkuyor, kendilerini kötü hissetmelerinden, neden biz, neden böyle demelerinden, mutsuz olmalarından korkuyor...

"Her ne olursa olsun, kendin olmak için asla geç değildir.
Ya da benim durumumda asla erken değildir.
Bunun zamanı yoktur, istediğin zaman başlayabilirsin.
Değişebilir ya da aynı kalabilirsin.
Bu işin bir kuralı yoktur.
Hayatımızı iyi ya da kötü yaşayabiliriz.
Umarım seninki mükemmel olur.
Umarım seni şaşırtacak şeyler yaşarsın.
Umarım daha önce hiç hissetmediğin duygular yaşarsın.
Umarım hayata başka bir pencereden bakan insanlarla tanışırsın.
Umarım gurur duyduğun bir hayat yaşarsın.
Ve eğer yaşamadığını düşünürsen,
Umarım içinde her şeye yeniden başlayacak gücü bulursun."

Ve öyle bir zaman geliyor ki, yola 80 yaşında başlayan Benjamin BUTTON yolun sonuna yaklaştığında...............!?"

"Mesele ne kadar iyi çaldığın değildir, önemli olan çalarken neler hissettiğindir."
Mesele ne kadar yaşadığın değildir, önemli olan yaşarken mutlu olabilmendir.
Asıl mesele;
Yaşamdan neler aldığın ve ona neler kattığındır...


20 Nisan 2016 Çarşamba

GÜVENME DÜNYAYA, VARI YALANDIR / BUGÜN SENİN OLAN YARIN TALANDIR

Geçip gitmede ömür, 
Akıp gitmekte zaman...

Umutlar hep yarın, yarın, yarın!
Her ne varsa sadırda, gözlemekte bir zaman...

Kuru kavgalar, boş didişmeler, faydasız gürültüler doldurmuş dünyamızı.
İdrakinde değiliz, gün uyanır da kul uyanmaz her zaman!

Ey insan!
Aklını başına al,
Yarına bel bağlama,
Ömrü yalnız bugün say;

Ölüm ki kaşla göz arasında,
Ölüm ki dudakla söz arasındadır.

19 Nisan 2016 Salı

SABR-I YUSUF

"Yusuf"umsun sevgili
Kalbim senin kuyu'ndur.

Meşrebimde ne varsa
Hepsi senin huy'undur.

Bilemez ki ham softa
Sevdan ok'um, yay'ımdır

Alem'e bahar gelmiş
Zemheriler pay'ımdır.
@dil ÇOPUR


AKIL VE YÜREK

Kulağı ile dinleyene konuşursun.
Yüreği ile dinleyene sükut edersin.
Ve
Yüreği ile dinleyen, 
Kulağı ile dinleyenden daha çok anlar seni.
Çünkü
Akıl dile döker, sözle konuşur;
Gönül sükut eyler, gözle konuşur.

BAB'AZİZ-BİR YOL VE YOLCULUK HİKAYESİ


Bab'Aziz Tunuslu  yönetmen Nacir KHEMİR'in "Çöl Üçlemesi" adıyla çektiği serinin üçüncü ve son filmi. 

Tawk Al Hamam(Güvercinin Kaybolan Gerdanlığı), El Haimoune(Çöl Gezginleri) ve son olarak Bab'Aziz(Ulu Kapı)

Besmele ve Al-i İmran suresiyle başlayan filmin daha başında "Kum ki ondan geldik ve dönüşümüz ona" diyerek şöyle bir duraksatır sizi Derviş.

İnsanın inancının ve hakikatinin kendine özgülüğünden bahsederken "Allah' a ulaşan yollar yaradılmışların nefesleri adedincedir. Herkes kendi yolunu bulmak için kendisine bahşedilmiş  en değerli yeteneğini kullanır. Eğer bu yeteneğini keşfeder ve kullanırsan yolun sana gösterilecektir." der.

Yaşı ilerlemiş a’ma bir derviş (sûfi) olan Baba Aziz çölde, sufilerin otuz yılda bir gerçekleştirilen derviş toplantısının bilinmeyen yerini aramaktadır. Bu yolculukta değişik hikayelerle dolaşan bir çok gezginle karşılaşır ve herkes kendine ayrılmış yolu adımlayıp, kendine biçilmiş görevi tamamlayarak ama önünde, ama sonunda o toplantıya varır.

"Hasan kardeşinin katilini,
Osman bir kuyunun dibinde görüp yitirdiği sarayını,
Zeyd ise sevgilisi Nur’u aramaktadır.
Ve aslında hepsinin yönü de, varacağı yer de aynıdır.”

-Eee buluşma nerede olacak?
    -Bilmiyorum, zaten bilmeyede gerek yok.
-Peki oraya nasıl gideceğiz?
    -Yürüyerek, sadece yürümek kafidir.
-Ya kaybolursak n'olacak?
    -İnancı olan kişi kaybolmaz, barış içinde olan kişi yolunu kaybetmez.

Öyle bir film ki, bir kez izleyerek içinde barındırdığı derin cümlelerin sırrına vakıf olmak neredeyse imkansız. Tecrübe ile de sabit ki ikinci kez izlediğinizde, ilk izlediğiniz zamandan çok daha ötelere geçecek, bambaşka bir dünya keşfedeceksiniz.

-Anne rahminde ki bebek kainatın bütün sırlarına vakıftır. Dünyaya geleceği vakit bir melek gelir ve onun dudaklarına dokunur. Bebek bildiği ne varsa unutarak gelir dünyaya.
    -Peki tekrar hatırlayacak mı Baba Aziz?
-Bilmem, kimbilir, belki de!...

Yüce deniz, sen ki arzunun hatırası
Sonsuza dek cayır cayır yanan ateş
Yeni gün bütün heybetiyle karşıda durmakta
Denizde yaşayan, 
Ve en eski zamanlardan kalan aşklar
Hala benim vatanımda yaşamakta.
Doğunun harikasında
Hazzın en saf halidir yemim, 
Ve içeceğim atalarımdan kalan soyluluğun ve gururun temiz sütüdür.
Ah vatanım,
Kafirlerden ve düşmanlardan korunağım.
Peki beni kim teselli edecek bu gurbet ellerde
Ya ne zaman getireceğim ruhumun arzusunu yerine?

Sarayını ve halkını terkedip suda ruhunun aksine seyreden derviş, Baba Aziz şöyle der;
-"Şu koca dünyada herkesin yerine getirmesi gereken bir görevi var. 
Yeter ki o görevi yap. 
Başkalarının ne yaptığı hiç önemli değil.
Yeter ki bunu unutma, buna göre yaşa.
Ama bunun dışındaki her şeyi hatırlasan bile, 
Hiç bir şey hatırlamıyor sayılırsın."

Hangi bir repliğini, hangi bir sahnesini yazacağımı şaşırdım adeta. Filmin tüm sahneleri hafızamdan hızla geçmekte ve tüm sahneler elenemeyecek güzellikte...

-Hasan...Seni bekliyordum.
    -Beni mi bekliyordun?
-Ölümüme tanık olman için.
    -Neden ben? Ben ölümden çok korkuyorum.
-Muhakkak...Eğer bebeğe zifiri karanlıkta, anne karnında şöyle denseydi: 
Dışarıda ışığın dünyası var, yüksek dağları, muntazam denizleri, engebeli düzlükleri, çiçek açan muhteşem bahçeleri, nehirleri, yıldızlarla dolu seması ve parlayan güneşiyle…
Ve  sen tüm bu  ihtişama rağmen, burada karanlıklar arasındasın… 
Doğmamış bebek, bu ihtişam hakkında hiç bir şey bilmez  ve  hiçbirine inanmazdı. 
Tıpkı  bizim ölümle karşılaşmamız gibi.
Bunun içindir ki, korkuyoruz.
    -Fakat ölümün içinde nur olamaz. Çünkü o her şeyin sonudur.
-Bidayeti olmayan şeyin nihayeti nasıl olur? Hasan, evladım, dügün gecemde böyle mahzun durma!
    -Düğün gecen mi?
-Evet, ebediyet ile nikah gecem. Vakit geldi, şimdi beni yalnız bırak ve sonra vücudumu kumla örtmek için dön.

18 Nisan 2016 Pazartesi

KALBİNDEN TUTMAK...

İnsanın en çok kalbi temiz olmalıdır. 
Tüm organlarımıza buyuran bir güç var onda. 
Anlatmaya, yorumlamaya gücümüzün yetmediği bir giz. 
İnsanı kalbinden tutamadınız mı, görün, nasıl kayıp gider ellerinizden! 
Kaygan, yabancı madde dolu bir şey olup çıkar sonunda.
Kalbin gereksinimlerine dikkat edilmedi mi emek de, ekmek de yitiriverir anlamını.
Ne emek, ne ekmek; önce kalbimiz bozuluyor çünkü."

KUTADGU BİLİG-YUSUF HAS HACİP

Dildendir mutluluk, dildendir değer,
İnsanda dilince değişir kader.

Kem söz duyanları hep düşman eder,
Ederse insanı, söz sultan eder.

Ne yumruktan, ne kılıçtan iz kalır.
İnsan ölür, arkasında söz kalır.

Söyle: doğru, güzel, öz sandığını,
Söyle: bildiğini, inandığını.

Söyle: inananlar gelsin izinden,
Canına mal olsa dönme sözünden!

Akıllı söz söyler, amma az söyler,
Er olan sözünü sakınmaz, söyler.

Dört çeşit insan vardır:

Bilmeyen ve bilmediğini de bilmeyen;
O bir ahmaktır, uzak dur!

Bilmeyen ama bilmediğini bilen;
O basit bir insandır, ona yardım et ve öğret!

Bilen lakin bildiğini bilmeyen;
O uykudadır, seslen ve onu uyandır!

Bilen, aynı zamanda bildiğini de bilen;
O bilge bir insandır, işte onun peşinden git!
(Lady BURTON)


 

ÇAMUR ATMA DEPAR AT...

Biri yaptı diye kıskanmak kolaydır.
Kolay olandır ulaşamadığına çamur atmak.
İsteyip de sahip olamadığımızı kötülemek nefsimiz de vardır.
Kıskançlık ruhumuzun nurunu alan karanlık bir güçtür.
Tüm bunlar kendi elimizle,
Kendi hayatımızın ortasına, şeytana ev yapmaktır.

Düşünmemiz gerekir;
Kimi neden kıskandığımızı,
İstediklerimize, isteğimize ulaşmak için çalışmak yerine, neden kötülemeyi tercih ettiğimizi,
Çalışanı ve başaranı örnek almaktansa, neden çamur atıp kirletmeye kalktığımızı?

Fark etmemiz gerekir,
Tüm bunları yaparak kendi elimizle,
Kendi hayatımıza kötülüğü çağırdığımızı.

Görmemiz gerekir;
Başaranların ve kıskanılanların;
Cesur olduklarını, çünkü hayat cesurları sever,
Korkak olmadıklarını; çünkü başarı korkaklardan kaçar.
Risk aldıklarını, çünkü yaşam güzel şeyleri riskli bölgeler de toplar.

Onlar ki;
Farklı düşünürler,
Farklı konuşurlar,
Farklı görürler,
Farklı dokunurlar
Farklı severler...

Başaranlar; her şeye rağmen umutlu olabilenlerdir, güçlü kalabilenler ve sahip olmak istedikleri uğrunda savaşabilenler.

Denemeden, çalışmadan, emek vermeden gücünüzün sınırlarını asla bilemezsiniz...