24 Haziran 2016 Cuma

RUHUNUZU KAYBETMEYİN, O HER ŞEY İÇİN YETER!

Yavaşlık hep hatırlatır, hızlılık ise unutturur. 
Telefonlar hızlıdır mesela; 
Konuşulanlar, söylenenler hep unutulur!
Mektuplar ise yavaştır; 
O yüzden hep vardır,
Hep hatırlatır!
Herkes bir arayış içerisinde,
Sorsan, kimse gerçekte ne aradığını bilmiyor!,
- Ruhlarımızı arıyoruz...
Çok kısa sürede o kadar yol aldık ki, ruhlarımız bizden çok uzakta kaldı.
Şimdi biraz durup, ruhlarımızın bize yetişmesini beklemeliyiz...
Dağları bölen,
Nehirlerle yarışan,
Köprülerden geçen,
Ağaçları selamlayan,
Çocuklara el sallayan,
Güne bakanlara göz süzen,
Geçmişin hüznünü, geleceğin umudunu yaşatan,
Yolcularına yepyeni dostluklar hazırlayan kara trenler gibi yaşayalım,
Freni patlamış kamyon gibi değil!
Ki ruhlarımız geride kalmasın.
Aceleye gerek yok.
Hayat biz izin verdiğimiz gibi geçiyor;
İyi ya da kötü, mutlu ya da mutsuz, hızlı ya da yavaş...
Her şey bizim elimizde; başarı, sevgi, aşk...
Yeter ki ruhlarımızı geride bırakmayalım,
Biraz durup bekleyelim,
Bize yetişsinler!
Kendinize zaman ayırın!
Bir kitap okuyun,
Bir film izleyin,
Bir şiir yazın,
Hayal kurun,
Şarkı söyleyin
Ve bekleyin!
Ruhunuzun, size yetişmesini bekleyin...

HÜKÜMSÜZ İNSAN

Sen canından geçmeden canan arzu kılarsın
Belden zünnar kesmeden iman arzu kılarsın
(Derviş Yunus)
İnsanlar tüketiyor;
Durmadan, bıkmadan, usanmadan, düşünmeden...
Hesapsızca, fütursuzca, hoyratça tüketiyor...

İnsanlar tükeniyor;
Kalbiyle bağlantısını koparıyor,
Ruhunu beslemeyi unutuyor,
Vicdanının sesini engelliyor,
İnsaniyetin dengesini bozuyor...

Yarışmalar, Filmler, diziler, reklamlar, afişler, vitrinler...
Önümüze pırıl pırıl bir dünya sunuyorlar

Ama;
Pırıl pırıl ırmaklarımızın ve denizlerimizin kirlendiğini,
Pırıl pırıl duygularımızın derin yaralar aldığını,
Bembeyaz hayallerimizin lekelendiğini saklıyorlar!

Azgınlaştırılan ihtiraslarla ruhlarımızı derin dehlizlere hapsediyor,
Görünen varlığımızı semirtirken görünmeyen varlığımızı harap ediyorlar...
Özgürlük vaadiyle gardiyanımızı seçtiriyorlar,
Sonra da ruhlarımızı görünmez zincirlerle bağlayıp HÜKMEDİYORLAR!?..

22 Haziran 2016 Çarşamba

GÖRÜNTÜLERİN ŞAİRİ ANDREY TARKOVSKİ'DEN "ZERKALO / AYNA / THE MİRROR"

Sıcak bir fincanı cam bir masadan kaldırırsınız ve 20 dakika fincanın masada bıraktığı buğunun geçmesini izlersiniz. Peki neler düşünürsünüz o sahneyi izlerken? Muhtemelen hayatı...

İşte o buğunun kaybolmasını izlemek gibi bir şey Tarkovski'nin Ayna'sını izlemek,
Ve aynada kendin ile yüzleşmek!
Hele ki fonda Bach'in ölümsüz eserlerinden biri çalarken...

Tarkovski klişe tabiriyle tam bir "Sanat Eseri" diyebileceğimiz bu filminin gösterime girebilmesi için zamanında epey bir mücadele vermiş. Bugün ise; çekimlerinin bitmesinden bir yılı aşkın bir süre sonra ancak izleyicilerle buluşan film herkesin benimseyemeyeceği, sahiplenemeyeceği, kendine özgü bir hayran kitlesine sahip.
Peki Zerkalo'nun gösterimine izin verilmemesinin nedeni ne olabilirdi?
Neden; zamanın sinema otoriteleri tarafından senaryosunun karışık, alışılmadık, yavaş ve anlaşılmaz bulunması!

Çünkü hiçbir sanat eseri, hiçbir buluş, hiçbir yapıt da, ortaya çıktığı çağda anlaşılmış ve değer görmüş değildir. Tıpkı Zerkalo gibi...

 ----------0----------

“Nitekim gösterime girmesine izin verilen Zerkalo’nun Moskova’da galası olur ve film sonrası Tarkovsky filmle ilgili soru yağmuruna tutulur.
Eleştirmenlerin filmi tartışması o kadar uzar ki bir ara temizlik görevlisi kadın salona girerek oradakilere salonu temizleyeceğini ve işlerinin ne zaman biteceğini sorar. İçerdeki eleştirmenlerden bazıları kadına:
-       “Burada çok karmaşık ve anlaşılması zor bir filmi tartışıyoruz, ne zaman biteceği belli olmaz.” gibilerinden bazı şeyler söylerler.
Bunun üzerine temizlikçi kadın:
     -  “Bunda bu kadar anlaşılmayacak ne var ki?” diye sorar.
Şaşkın bir şekilde kadına filmden ne anladığını soran eleştirmenlere temizlikçi kadının verdiği cevap ise şu olur:
-       “Sevdiklerinin ve onu sevenlerin hakkını asla ödeyemeyeceğini düşünen bir adamı ve onun; onları yeterince sevemediğini düşündüğü için vicdan azabı ve acı içinde kıvranan ruhunu anlatıyor” der.
Bunun üzerine orada bulunan ve Rusya’nın yönetmen ve eleştirmen olarak önemli sinema adamları Tarkovsky’ye bakarlar. Tarkovsky:
-        “Bu sözlere ekleyecek başka hiçbir şeyim yok” diyerek konuşmayı bitirir.

----------0----------

Gerçek sanat; anlaşılmak için ne entelektüel bir birikim, ne bilgi, nede bir ön hazırlık talep etmez. Talep ettiği iki şey vardır; o da anlamaya açık bir akıl ve görmeye hazır bir gönül…
Bir filmin; bir hastalık, bir cinayet, bir arkadaşlık, savaş ve barış gibi somut olayları anlatması elbette ki kolay değildir ama vicdan azabı, sevgi, aşk, iman ve ruhsal olarak acı çekme gibi soyut kavramları perdeye yansıtabilmek; işte bu bambaşka bir meseledir.

“Mühürlenmiş Zaman”  adlı kitabında Tarkovski filmini şu cümleler ile açıklar:
-       ”  Kendisi için değerli olan insanların hakkını ödeyemeyeceğini, kendisine gösterilen sevgiyi ve verilen onca şeyi hiçbir zaman gereğince karşılayamayacağını düşünen bir insanın çektiği acıları anlatmak istiyordum. Bu insan, onları yeterince sevmediğine inanıyor ve bu, onun için gerçekten acı veren katlanılması zor bir düşünce” 
Çocukluğun o masum umutları, beklentileri ve sonrasında gelen acı dolu bir hayatın bir şiir gibi aktarılması Ayna filmini benzersiz kılan özelliklerden birisidir sadece. İnsanı insan yapan tüm unsurların; anıların, rüyaların, umutların, hayallerin… organik bir bütünlük oluşturduğu filme, Tarkovsky’nin babası olan ünlü Rus şair Arseni Tarkovsky’de kendi seslendirdiği şiirleriyle ayrı bir ruh katar.

Ağırdır ayna,
Evet zordur!
Ama bu ağırlığa ve zorluğa rağmen
Kendi yüzümüze çekinmeden bakmaya çağırır bizi...
Bizde bakmak isteriz kendimize o aynadan;
Ne gösterecek bize,
Nasıl göreceğiz diye kendi gerçekliğimizi...

Yazacak daha çok şey var aslında ama ben yazmayayım, SİZ İZLEYİN!..