15 Nisan 2016 Cuma

BUF-İ KUR - SADIK HİDAYET

Hayat soğuk, kayıtsız,...
Herkesin maskelerini çeker alır zamanla.
Maskeleri de hani çoktur herkesin.
Fakat bazıları hep aynı maskeyi kullanırlar; ister istemez kirlenir, yıpranır bu maske.
Tutumlu kimselerdir bunlar, bir kısmı evlatlarına saklar maskelerini,
Bir kısmı da vardır ki boyuna maske değiştirirler.
Ama yaşlandıklarında görürler ki, bir sonuncu maske kalmış ellerinde...
Ve bu da çok çabuk eskir.
O zaman maskenin gerisinden gerçek yüzleri çıkar ortaya.
Er ya da geç, herkes bir gün kendisiyle yüzleşir.


14 Nisan 2016 Perşembe

HAMUŞ ve BİŞREV / SUS VE DİNLE

Hamuş dermiş Mevlana kendine;
Hamuş, yani suskun!
Düşündüm!..
Bir şairin,
Hemde namı dünyayı sarmış bir şairin,
Yani işi-gücü, varlığı-kimliği ve hatta soluduğu hava bile kelimelerden müteşekkil,
Elli binden fazla dizeye imza atmış bir şairin,
Nasıl olup da kendine "SUSKUN" adını verdiğini..?

Sonra;
Bende sustum!..
Ve gördüm ki tüm kainatın bizimki gibi nazenin bir kalbi ve düzenli bir kalp atışı var.
Nereye gidersem gideyim o sesi dinledim.
Her bir insanı Yaradan' ın emaneti saklı bir cevher addedip anlattıklarına kulak kesildim.

Dinlemeyi sevdim!..
Cümleleri, kelimeleri ve harfleri...
Dilim lal oldu, kalemlerin ucu kör...
Kırk fırın ekmek yemeye yolladım kendimi.
İnsanlar tanıdım, hikayeler topladım...
Üzerinden baharlar, üzerinden aylar geçti;
Fırınlarda ekmek kalmadı lakin, ben hala ham, hala aşkta bir çocuk gibi toydum.

Mesneviyi şerhedenlerin çoğu bilir ki; B harfi ile başlar bu ölümsüz eser.
Bişrev der Mevlana bu seferde kendine;
Bişrev, yani dinle!
Tesadüf mü dedim bende,
Kendine "Suskun" diyen bir şairin, en büyük eserine "Dinle" diye başlaması?
Yoksa suskunluğu, sessizliği dinleyerek mi, insan aşk deryasına dalmalı?
Biz dile, söze bakmayız!
Gönle, hale bakarız.
Edep bilenler başkadır,
Canı, ruhu yanmış aşıklar başka.
Aşk şeriatı bütün dinlerden ayrıdır,
Aşıkların şeriatı da Hakk' tır, mezhebi de." 
(Mesnevi II.Cilt)

NİYET HER ŞEYDİR...

Kimi Hakk'ı bulur,
Kimi hak ettiğini!
Senin niyetin neyse onu bulacaksın.
Kötülüğe ve fesatlığa niyet edersen
............................................kötülük,
Sevmeye ve sevilmeye niyet edersen
................................................  sevgi,
Neye niyet edersen, bulacağın odur!..

Hadis-i Şerifte belirtildiği gibi: "Herkesin niyeti ne ise, eline geçecek olan odur."

BURASI DÜNYA VE BURDA TÜL-İ EMELDEN MÜTEŞEKKİL HAYAT

Bir tül-i emeldir hayat...
Bukağısı kilitli esaretlerin tekilliği ile bağlayan bizi.
Derin suların özetinden kaç milyon megavat acıyla çarpar benliklerimize. 
Ve zaman aynasındaki güzel düşlerimizi öldürür,
Müstesna hayallerimizi yaralar...

Tül-i emel ki;
Yangın gecelerde paramparça ağıtlar okutur kalbimize.
Kangrenlerin harabe çarşılarında ucuz bahaya satar benliğimizi.
Odur yüzünü kaybetmiş bilgelerin sitem dolu gözbebeklerinde görünen.
Kuğuların ve kağanların göğe ağan ağıtlarında ağlayanda.

Bir marazi aşka benzer tül-i emel.
Uzar gider hasret gibi gecelerden gecelere.
Yağmurların eteğinden geçer şiirler,
Ve örseler kelimeler aşklar boyu.
Kuşlar sevgili kentteymiş gibi aldanarak uçarlar boşluğa,
Ve dalgın efkarlara bürünür ayrılıklar.
Bir narin dala tutunmuş serçeler taa göğsünden vurulur,
Ve ağlayarak veda eder mutluluklara.

Bir marazi aşka benzer tül-i emel.
Ve şairin dilinde haşre çıkar ucu zincirinin...
Leylalar Mecnuna döner,


Şeb-i yeldada uzar haşre kadar kıssa-i aşk
Ta ki Mecnun bitirir nutkunu, Leyla söyler.

Hicranın üvey adıdır tül-i emel
Ve yakar güzellikleri anılarında.
Sicili bozuk caddelerde ayaklar altına atar benlikleri
Ve dağsız yıldızları, yıldızsız dağlara döndürür...


TÜL-İ EMELDEN VAZGEÇ EY GÖNÜL
VAZGEÇ VE KANATLAN SONSUZLUĞA 
KASR-I EMELİN KANATLARIYLA
DİP NOT: Tül-i Emel (hırs ve açgözlülük) ebediyen dünyada kalacakmış gibi planlar yapmayı, 
                  Kasr-ı Emel (kanaat ve tokgözlülük) ise hemen yarın ölecekmiş gibi ahirete çalışmayı ifade etmektedir.

13 Nisan 2016 Çarşamba

DÜNYA FANİ, ÖLÜM ANİ :)

Fani dünya üzülmeye değmez!
Çünkü hüzün;
Gideni getirmez,
Öleni diriltmez,
Kaderi değiştirmez...

Üzülme!
Çünkü hüznün;
Düşmanını sevindirir,
Dostunu üzer,
Hasetçinin diline düşürür...

Sonra;
Kalbini yorduğun,
Sağlığını bozduğun,
Gecelerini mahvettiğinle kalırsın...

çareSİZSENİZ, çareSİZSİNİZ!

Daha huzurlu ve daha anlamlı bir yaşam sürmek istiyorsan,
Daha huzurlu ve daha anlamlı şeyler düşünmelisin.
Jonas Salk "Düşlerim ve kabuslarım vardı. Düşlerimin sayesinde kabuslarımın üstesinden geldim."der.
Mevcut koşullarının toplamından daha fazlasına gücünün yeteceğini düşleme cesaretini göster.
Kendine ve cesaretine inan.
Dua et ve en iyiyi bekle.
Sonuçlar seni şaşırtacak...

MALINIZ DEĞİL, MEZİYETİNİZ ÇOK OLSUN

Bir gün eşi terziye sokulmuş,
-Taşınıyoruz bey, topla eşyalarını.
Kumaşlar, elbiseler, yumaklar vs vs...
Hiç birinin kaygısına düşmemiş terzi.
İğnesini yakasına takıp kadının koluna girerek gülümsemiş:
-Haydi gidelim sultanım!..

Mesele, yakanıza takacak bir iğnenizin olması.
Nerede olursanız olun, nereye giderseniz gidin ,
Bir meziyetiniz varsa eğer, yük etmeyin hiç bir şeyi kendinize,
Yaşam alanınızı gereksiz şeylerle fazla doldurmayın,
Ki hareket sahanız geniş olsun.
Aksi halde, sürekli bir şeylere çarparsınız...

EN GÜZEL YOL...

Kötülüğe karşı iyilik,

Haksızlığa karşı adalet,
Savaşa karşı barış,
Onursuzluğa karşı dik duruş,
Ölüme rağmen varoluş
...
Başka türlüsü umutsuzluktur.
Başka türlüsü korkaklıktır,
Yüreksizliktir...
Ne Yaratandan ümidi kesmek
Ne O'ndan gayrısından korkmak
Ne de yüreksiz olmak,
Asla Müslümanın sıfatı değildir!
İnsanlar ve olaylar bizi mutlu etmiyorsa,
İnsanlara ve olaylara karşı bakış açımızı değiştirmek, bize daha güzel bir hayatın kapılarını açacaktır.



ZENGİNLİK Mİ?

Zenginlik; kimsenin senden alamayacağı değerlerin toplamıdır.
Senin 
Edebin,
Terbiyen,
Ahlakın,
Bilgin,
Kültürün,
Özgüvenin,
İyi niyetin,
Letafetin,
Zerafetin,
..............
Tebessümündür.
Gerisi mi? Bugün var, yarın yok...

GÜÇLÜ OLMAK GÜÇ OLANI BAŞARMAKTIR

Bazı fiillerin her iki hâlide güzeldir;

-Sevmek / Sevilmek
-Özlemek /Özlenmek
-Beklemek / Beklenmek
-Hatırlamak / Hatırlanmak
-Bağışlamak / Bağışlanmak
-.................... / ......................

Güç olan ilkiyle yetinmektir.
Ve güçlü olan ilkiyle yetinen...


12 Nisan 2016 Salı

ŞAİR OLMAK - BİR GARİP ORHAN VELİ...

DALGACI MAHMUT
Hayatta herkesin bir rolü vardır. İnsanı biçimlendiren; içinde doğduğu kültür, yaşama birikimi ve mesleğidir. Seçtiğimiz ve yaptığımız iş, bizim kişiliğimizin kenar çizgilerini oluşturur. 
-Dalgacı Mahmut kimdir? 
-Kim olacak, şairdir? 
-Neden? 
-Neden mi? 
Şair, insanların gündelik telaşlarda kendini kaybettiğini düşünür. 
Oysa dünya güzel, hayat güzel, farkında olarak yaşamak güzeldir. 
Ah şu ekmek kavgası… Çoluk çocuk telaşı… İnsanlar bunu görecek halde değildir. 
Oysa şair öyle mi? 
O, doğanın ve yaşamanın güzelliklerini belirgin kılmak isteyen kişidir. 
Daha yaşanası bir dünyadır arzusu. 
Bu mümkün müdür? 
Bu elbette mümkündür, ama insanlar bunun farkında değildir. 
O, farkında olsunlar ister. 
Bunu da, okuyucuyu şaşırtarak yapar. Şaşıran insan kendini toparlamak, dikkatini yoğunlaştırmak telaşına düşer çünkü.
-Şu gökyüzünün güzelliğine bakın!
....................Kimse bakmıyor.
-Şu gökyüzünün güzelliğine bakın!
....................Yine kimse bakmıyor, hayret!
O da bir şiir yazıyor...

Şiir ne işe yarar ki? 
İşim gücüm budur benim,
Gökyüzünü boyarım her sabah,
Hepiniz uykudayken.
Uyanır bakarsınız ki mavi. 
-Kimmiş bu deli adam?
- …
-Gökyüzünü mü boyuyormuş? Boyamış mı gerçekten? Gelin bir bakalım!
- …
-Eskiden ne renkti ki?
- …
İşte insan! Şairin istediği, sorgulayan insan! 

Eskiyi düşünüyor, bugünü gözlemliyor, her şey yerli yerinde mi? 
Farkına varıyor ve kuru kalabalıklara katılmak yerine; durmak istediği yerini kendisi seçiyor, belirliyor, konumlandırıyor… 
Çarşaf gibi durgun bir denizde bir tekne yol almaktadır.
Gönül denizinde şiirden bir gemi, dümende şair... 
Arkalarında dalgacıklardan bir iz, bir yırtık… Deniz kendi kendini tamir edebilir mi?
Deniz yırtılır kimi zaman,
Bilmezsiniz kim diker,
Ben dikerim. 
Şair, doğanın sesidir, sözcüsüdür, dillendirendir ruhunu... 
Şair, dünyayı düzelten, herkese sözünü dinleten, lakin kendi gönlüne söz geçiremeyendir. 
O, her şeyi düzeltir de bir kendi hayatını düzeltemez. 
Denizleri geçer de, gider bir küçük derede boğulur. 
Büyük işler yapar, ama bir yuva kuramaz, bir ocak tüttüremez.
O dünyanın sorumluluğunu sırtlamış şair; bir kadının, evde kendi yolunu gözleyen bir sevgilinin sorumluluğunu üstlenemez.
İşte şimdi kendisiyle dalga geçmenin sırası gelmiştir: 
Dalga geçerim kimi zaman da, 
O da benim vazifem; 
Bir baş düşünürüm başımda, 
Bir mide düşünürüm midemde, 
Bir ayak düşünürüm ayağımda, 
Ne halt edeceğimi bilemem 
Kendisini en zayıf yerinden yine kendisi yakalamıştır. Büyük olmak, cesur olmak ve kendi kendini tamir edebilmektir 
ŞAİR OLMAK!..

ŞİİR YAZMAK!?.

.........
Ben hem kendimden bahseden şiirler yazmak istiyorum, 
Hem bir tek insana, hem milyonlara seslenen şiirler.
Hem bir tek elmadan, 
Hem süpürülen topraktan, 
Hem zindandan dönen insan ruhundan, 
Hem kitlelerin daha güzel günler için savaşından, 
Hem bir tek insanın sevda kederlerinden bahseden şiirler yazmak istiyorum, 
Hem ölüm korkusundan, 
Hem ölümden korkmamaktan bahseden şiirler...
NAZIM HİKMET RAN

BEN SEN O - NAZIM HİKMET

O yalnız ağaran tanyerini görüyor
Ben, geceyi de...
Sen yalnız geceyi görüyorsun,
Ben, ağaran tanyerini de...

11 Nisan 2016 Pazartesi

GÜL'E ANT İLE BİAT (1) - ANLAT BANA!..

Anlat bana güzel! Anlat bana...
Aşkın mı hüsnünden yaman, hüsnün mü aşkından aşkın?
Hüsn-ü Aşk'ı anlat bana...
Vuslatın mı hicrinde gizli, hicrin mi vuslatında saklı?
Merâmını anlat bana...
Mâtem mi görünen şâdî, şâdî mi görünen mâtem?
Rüyanı anlat bana...
Dürr ile mercan mı taştır, taş mı dürr ile mercan?
Cevheri anlat bana...
Hayretim güzelliğinde bîmâr, zulmetim nûrunda peyda.
Derdi de, dermânı da anlat; tabîbi de, fermânı da...
Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabib
Kılma dermân kim helâkim zehr-i dermânındadır.
Söyle bana dünya! Söyle bana...
Uyanıkken uyuyanları söyle, konuşurken bir şey söylemeyenleri de...
Uyurken uyanık kalmayı söyle, susarken çok şey söylemeyi de...
Zincirlerle, tasmalarla bent ettiklerini söyle bana; dilberlerle, civanlarla aldattıklarını da...
Alaca çakallara peşkeş çektiğin aynalarımızı anlat, taşlara nasıl çaldığını da...
Eti kemiği bürünüp başına, ruhunu ve kalbini ıskalayanları say birer ikişer, seherleri uykuya bağışlayanları da...
Bir damla merhamet için göz yaşının denizinde boğulanları söyle...
Hemân ağlayı geldim âleme, ağlayı gittim ben
San ol nilüferim kim suda yittim suda bittim ben
Yanıtla beni vehim! Yanıtla beni...
Geçip kaybolanın peşinde miyim ben, yitip de solanın içinde miyim? 
Cevheri görünce arazı neyleyeyim; ya gerçeği buldukta sûreti?
Gül demine erince bülbülü neyleyeyim; neyleyeyim Azra çağında miskin Vamık'ı?
Cemâle ersem derim, cenneti neyleyeyim?
Şarabı bunda bulsam, Kevser'i neyleyeyim?
Ne bîm-i mihnet-i dûzah, ne ârzû-yı behişt
Şarâb-ı şu'le-i havf u recâ nedir bilmem

MUTLU OLMAK İÇİN, GÜÇLÜ OLMAK İÇİN, BAŞARILI OLMAK İÇİN: ÖNCELİKLE DÜŞÜNCELERİNİZİ KONTROL ALTINA ALIN!

Kardeşim, sen düşünceden ibaretsin.
Geriye kalan et ve kemiksin.
Gül düşünürsün, gülistan olursun;
Diken düşünürsün, dikenlik olursun...
SONRA;
Mizah duygunuzu yitirmeyin; mizah en iyi sakinleştirici ve en kuvvetli kalkandır.
İdealist olun; yalnızca yaşamayın, fark yaratın. Ay'a nişan alın ki en azından bir yıldız vurabilesiniz.
Cesur olun; doğru olduğuna inandığınız şeyleri yapmaktan vazgeçmeyin. Herhangi bir zorlukla karşılaştığınızda onunla savaşıp gücünüzü tüketmek yerine, dost olup çözüm üretmeyi tercih edin. Şunu asla unutmayın ki "Olumsuzluklar ve zorluklar insanın kendisini tanımasını sağlar ve gerçek karakterini açığa çıkarır."
Korkularınızı yenin; korku insanın bir numaralı düşmanıdır. Tüm korkular sonradan kazanılmıştır. İçinizdeki sevgi, güç ve sağlam akılla onları ortadan kaldırın.
Affedin ve bağışlayın; her türlü kin, öfke, nefret, suçlama, kurban olma duygusu, kendini haklı çıkarma çabasının zihninizi tırmalamasına izin vermeyin. Tüm bu olumsuz düşüncelerin sizi bedenen ve ruhen hasta etmekten başka hiçbir işinize yaramayacağının farkında olun.
Şimdiyi yaşayın; ne kadar an'dan uzaktaysanız, o kadar özünüzden uzaktasınız. Mutluluktan, huzurdan, sevgiden, saygıdan, sağlıktan ve gerçekten...Sahip olduğumuz tek gerçek şu an'dır, heba etmeyin. Hayyam'ın dediği gibi
Gönlüm aranıp dünleri feryat etme(yin)
Kam almak için yarınlar icat etme(yin)
Dünler düş olup gitti, yarınlarsa hayal
Cahilce şu gerçek günü berbat etme(yin)...
Olumlu düşünün; olumsuz ve kötü düşünceler zihninizi o yönde koşullar ve algılarınızı öyle bir yönlendirir ki, iyi ve güzel olan şeyler yanınızdan geçip gider ve siz onları farketmezsiniz bile.
Kendinize inanın; sorumluluk almaktan kaçınmayın, her şeyi ve herkesi anlamaya çalışmayın, tüm yaşantılar bir neden ve bir amaç için vardır unutmayın.
Deneyimleyin, karamsarlığa kapılmayın, başarısız olmaktan korkmayın, sorumluluk alın, kendinize güvenin ve vazgeçmeyin...
BAŞARILI MI OLMAK İSTİYORSUNUZ?
  • Çaba gösterin, yalnızca inanmak hiçbir işe yaramaz,
  • Esnek olun, gerekirse plan değişikliği yapmaktan korkmayın,
  • Kendiniz için bir zihinsel imaj belirleyin ve düşüncelerinizi kendinize saklayın,
  • Gözlerinizi hedeften ayırmayın,
  • Asla işinizi yarım, kendinizi de yarı yolda bırakmayın.
HER TOHUMUN KENDİ CİNSİNDEN MEYVE VERMESİ KAÇINILMAZDIR VE DÜŞÜNCELERİMİZ KADERİMİZİN TOHUMUDUR.



10 Nisan 2016 Pazar

KÜÇÜK PRENS-ANTOINE DE SAINT-EXUPÉRY

....
"Senin yaşadığın yerdeki insanlar tek bir bahçede beş bin gul yetiştiriyorlar, ama yinede aradıklarını orada bulamıyorlar." dedi Küçük Prens
-Evet! Bulamıyorlar, diye karşılık verdim.
"Oysa aradıkları şeyi, bir tek gülde veya birazcık suda bulabilirler."
-Evet! Doğru.
"Ama gözler kördür; insan gözleriyle değil, yüreğiyle bakmalı..."

Tüm güller birbirinin aynıdır. Sizin gül'ünüzü diğerlerinden ayıran, diğerlerinden farklı ve özel kılan o'na verdiğiniz emektir, sunduğunuz sevgidir, o'nun için ayırdığınız zamandır. Tüm bunlar, sizin olanı farklılaştırır diğerlerinden. Çünkü tüm bunları yüreğinizle görürsünüz, 
Varlığını sizin olanın, yüreğinizde hissedersiniz.
Tüm gülleri özlemezsiniz yokluğunda, 
Yalnızca sizin olanı, yüreğinizle gördüğünüzü özlersiniz.

OSMAN EFENDİ-BURNUNDAN KIL ALDIRMAYANLARIN HİKAYESİ

Osman Efendi bir sabah müthiş bir baş ağrısıyla
uyanır.
İlaç alır geçmez. 
Bir iki gün bekler, ağrı devam eder.
Doktor çağrılır. 
Doktor muayene eder, ağrı kesiciler verir, gider.
Lakin Osman Efendi'nin baş ağrısı artarak sürer.
Üstüne üstlük baş ağrısı yanı sıra gözleri de yaşarmaya başlar. 
Başka doktorlar çağrılır...
Osman Efendi Uşak'ın ileri gelenlerindendir, ağrıyı kesene servet vaadeder.
Doktorların hiçbiri ağrıyı durduramadığı gibi sebebini de bulamaz. 
Ev halkı, birbirine karışır, başağrısından geceleri uyuyamayan Osman Efendi'yi İstanbul'a götürmeye karar verirler.
İstanbul'da en iyi doktorlar seferber olur. Röntgenler, beyin tomografileri çekilir, testler yapılır...
Görünüşe bakılırsa Osman Efendi turp gibidir.
Oysa dayanması gittikçe zorlaşan başağrısı ve gözyaşları hayatı çekilmez hale getirmiştir.
Ağrı kesici iğnelerle zor ayakta duran Osman Efendi bu defa da apar topar yurtdışına götürülür. 
O devirde Amerika değil İsviçre moda, Zürich'e gidilir.
Haftalarca hastanede kalınır, onlarca profesör konsültasyon yapar, testler tekrarlanır.
Sonuç:
Efendi'ye teşhis konulamaz.
Artık yerinden kalkamayan Osman Efendi'ye ağrı kesici iğneler verilir, altmışlarını süren adamın ülkesine dönüp "dinlenmesi", daha doğrusu son günlerini evinde geçirmesi tavsiye edilir.
Osman Efendi bitkin, aile perişan. "Kader" denilir, Uşak'a dönülür. 
Osman Efendi yayla evinde bir odaya yatırılır ve ağrı kesici iğnelerle ölümü beklemeye başlar.
Bir gün, hastanın keyfi gelsin diye, Osman Efendi'nin eski berberi "Berber Mehmet" çağrılır. 
Berber yataktan kalkamayan Osman Efendi'yi tıraş ederken, adamcağız derdini anlatır ve ölümü beklediğini söyler.
Berber Mehmet bir an düşünür. "Beyim" der, "Sakın sizin burnunuzda kıl dönmüş olmasın?”
Bir bakar, "Hah işte" der.  "Kıl dönmüş."
Osman Efendi'nin şaşkın bakışlarına aldırmaksızın çantasından cımbızı kaptığı gibi kılı çeker.
Ev halkı Osman Efendi'nin köyü ayağa kaldıran çığlığıyla odaya koşar. 
Berber Mehmet, Osman Efendi'nin elinden zor alınır ve cımbızın ucunda tuttuğu yirmi santimlik kılla kapı dışarı edilir.
Osman Efendi'nin kanayan burnuna pansumanlar yapılır, kolonyalar koklatılır ve yaşlı adam tekrar yatağına yatırılır. 
Ertesi sabah Osman Efendi aylardır ilk defa rahat bir uykudan uyanır.  
Gözlerinin yaşarması geçmiştir.
Başağrısından ise eser kalmamıştır.
Dönen kılın sinire yürüyüp gittikçe uzayarak dayanılmaz ızdıraplara yol açtığını doktorlar ancak o zaman keşfeder.  
Çözümün bu kadar basit olabileceği kimsenin aklına gelmemiştir. 
Sapasağlam ayağa kalkan Osman Efendi, Berber Mehmet'i çağırtır ve ona bir servet bağışlar.
Bu gerçek hikayeden çıkarılabilecek sonuçlar:
1. Berber Mehmet Efendilerin  fikirleri var, dinlemek gerek.
2. Bazen büyük sorunların  çok basit çözümleri olur.
3. Burnundan kıl aldırmayanların ne başının ağrısı geçer, ne de gözünün yaşı diner.