30 Aralık 2016 Cuma

HER ŞEY DİNLEMEKLE BAŞLAR!


Anlamak için bilmek gerekir.
Bilmek için dinlemek.
Zordur oysa dinlemek.
Sabır ister,
Emek ister,
Zaman ister,
Bazen içimizde biriktirdiğimiz bir öfkeyle,
Bazen eksikliğini duyduğumuz bir duyguyla yüzleşmek ister,
Bazen vazgeçmemizi,
Bazen sıkı sıkı tutunmamızı ister.
Fedakarlık ister,
Yürek ister,
Cesaret ister,
Emek ister,
İster de ister...
----- 0 -----
Bir kitap okuduğumuzda yazarı,
Bir film izlediğimizde senaristi, yönetmeni, kameramanı dinleriz.
Bir tabloda ressamı,
Bir şarkıda güfteciyi, besteciyi dinleriz.
Vakıf oluruz satırların, sahnelerin, renklerin, notaların sırrına; aşka, nefrete, savaşa, barışa, kahkahaya, gözyaşına...
Yüzlerce yıl önce yaşanmış, yüzlerce yıl sonra hala yaşanıyor olacak hüzne, sevince, acıya, umuda, hayale ve hayal kırıklığına...
Ve artık biliriz ki insanoğlu geçmişten bugüne gördüğü onca savaşa, onca acıya, onca kayba rağmen,
İman ettiği Tanrı'ya, peygamberlere, kutsal kitaplara rağmen,
Her gün o kaçınılmaz sonu, yani ölümü görmesine rağmen hâlâ vahşi!
Ve hâlâ yeryüzünde bozguncu...
----- 0 ------
Dinleriz ve anlarız ki insan olabilenler ve insan olarak kalabilenler için dünya; yaşanan değil, yaşamaya çalışılan, yaşamak zorunda kalınan bir yerdir.



28 Aralık 2016 Çarşamba

SUS VE DİNLE...

Hamuş dermiş Mevlana kendine
Hamuş, yani suskun...

Düşündüm!
Bir şairin,
Hem de namı dünyayı sarmış bir şairin,
Yani işi gücü, varlığı, kimliği ve hatta soluduğu hava bile kelimelerden müteşekkil, elli binden fazla dizeye imza atmış bir insanın nasıl olup da kendine suskun adını verdiğini..?

Sonra sustum!
Ve gördüm ki tüm kainatın tıpkı bizimki gibi nazenin bir kalbi ve düzenli bir kalp atışı var.
Nereye gidersem gideyim o sesi dinledim.
Her bir insanı Yaradan'ın emaneti saklı bir cevher addedip, anlattıklarına kulak kesildim.

Dinlemeyi sevdim; cümleleri, kelimeleri ve harfleri...
Dilim lal oldu, kalemlerin ucu kör...
Kırk fırın ekmek yemeye yolladım da kendimi; insanlar tanıdım, hikayeler topladım...
Üzerinden baharlar, üzerinden aylar geçti; fırınlarda ekmek kalmadı lakin, ben hala ham, hala aşkta bir çocuk gibi toydum...

Mesneviyi şerh edenlerin çoğu bilir ki, bu ölümsüz eser "B" harfiyle başlar. Yani "Bişrev!"
Yani "Dinle!"
Tesadüf mü dedim kendime:
Kendine "Suskun" diyen bir şairin en büyük eserine "Dinle!" diye başlaması?
Yoksa insan suskunluğu ve sessizliği dinleyerek mi aşk deryasına dalmalı..?

Biz dile, söze bakmayız!
Gönle, hale bakarız.
Edep bilenler başkadır,
Canı, ruhu yanmış aşıklar başka.
Aşk şeriatı bütün dinlerden ayrıdır,
Aşıkların şeriatı da Hakk'tır, mezhebi de.
(Mesnevi II.Cilt)


MUTLULUKTAN ÖĞRENECEK ÇOK ŞEYİMİZ VAR

Toplum olarak mutlu olmak konusunda biraz tutuğuz. Toplumsal kodlarımız daha çok arabesk duygulara meyilli. 

Belki de bu yüzden bu kadar hazırız mutlu olmak için verilen formülleri ezberlemeye, onu bize getirecek hapları yutmaya, moda olmuş kolay okunur rengarenk kitapları hızlıca okuyuverip raflarımıza dizmeye.
Ama olmuyordu, olamıyordu, çünkü çok basit bir şeyi atlıyorduk: Mutluluk ne isterdi gelmek için?
Yaşadığı hayatla bütünüyle barışık, şen kahkahalı birinin yanında biraz vakit geçirince anlarsınız; mutluluk duvarlardan ne kadar da uzak.
Mutluluk elastikiyet sever her şeyden önce;
Değişen koşullarla öyle hemen ağzının tadı kaçmayacak,
Kontrolün dışındaki olaylar hemen korku veya endişe yaratmayacak,
Zihninin önceliği, yeni durumlara adaptasyon fikirleri geliştirmek olacak.

Öğrenmeye açık olmak şart bir kere; ne ailemizin kazandırdığı alışkanlıklar mutlaktır, ne toplumsal kurallar. Biri baskı kurarken dahi, daha gelişmiş bambaşka bir fikre sahip olmaktan kıvanç duyup, ona derimiz kadar sahip çıkabiliriz. Bilmek gerekir ki; hayat, o fikre ancak biz kuvvetle savunduğunuz takdirde yer açacaktır ve fikrimiz kabul gördükçe mutluluk tüm hücrelerimize yayılacaktır.
Kompleksler, hırslar ve travmalarla rahat edemez mutluluk; görevimiz onu beklerken karanlıklarımızı aydınlatmaktır. Her insanın farklı yaratılmış olduğu ve farklı bir hayatı yaşayacağı, bu yüzden farklı düşüneceği gerçeğiyle kavga etmemeyi bilmek gerekir. Eksiklik kelimesinin yerine farklılık yerleştirdiğimizde öfkeleri büyük ölçüde hafifletmiş, eşitliği içimize sindirmiş, mutluluğun da gözüne girmiş oluruz zaten.
Mutluluğun, insanlar gibi basit fiziksel özelliklerle kandırılamayacağını ve para zenginlerini değil sevgi zenginlerini tercih edeceğini en baştan bilmeliyiz. Mutluluk piramidinin insanoğlunun kurguladığı sosyal statü piramitlerden çok farklı bir dizilimi olacağını öngörmek ve sahip olacağımız özgüvenle değerli bir konuma sahip olmayı hedeflemek akıllıca olur.
En önemlisi de vicdanı olanlarla rahat eder mutluluk; çünkü başka birinin mutsuzluğu üzerinde yaşayamaz. Anlamayı reddettiğin sevgilin; fikir ürettiği için susturup cesaretini kırdığın öğrencin; hakkını yediğin iş arkadaşın; mülkiyetçi bir sorun yüzünden kalbini kırıp selamı kestiğin komşun; özür dilemediğin dostun; farklı bir beklentisi olduğu için sövdüğün, dövdüğün, öldürdüğün çocuğun, kardeşin, eşin, dostun, arkadaşın ya da herhangi bir insan, herhangi bir hayvan, herhangi bir canlı, sen bir gün pişman olsan da mutluluğu senden çok uzaklara götürmüş olacaktır.
Pişman olmak noktasına ermeden, cümlenin gelişinden vicdanen rahatsız olabilenleri seçer mutluluk. Bir de vefayı sever; her ne olursa olsun bir sürü başka sebeple orada olduğunun fark edilmesini bekler. Sabırla, sevgiyle, nezaketle, başarıyla, adaletle yaşatılabilir mutluluk.
Mutluluktan öğrenecek çok şeyimiz var, yaşasın mutluluk.


22 Aralık 2016 Perşembe

DÜŞÜNCE DÜŞLENİR-HERKES ÖNCE ELİNDEKİ FİDANI DİKMEYE BAKMALI!

Hayat hep berbattı zaten. Ne olup bittiğinin farkında olanlar için daha da berbat.
Farkında olmayanlara gelince, hayatın berbat olup olmadığının ne önemi var onlar için?

Onca keşmekeş içinde kendini unutup başkaları için yaşamak iddiası ne büyük bir iddia!
Unutulucak derecede zayıf bir kendilik, başkaları için yaşanabilir mi?
Yaşanabilse bile acaba buna yaşamak denir mi, denebilir mi?

Hayat hep berbattı zaten. Farkedenler için.
Evet, asıl farketmeye değen şeyleri farkedecek zekalar için ziyadesiyle berbattı hayat.

Büyük işler berbatlığın büyüklüğü oranında zühur eder. Hayatın saldırıları arttığında -sanıldığının aksine- kendi olabilen, kendi kalabilen şirzime-i kalilenin de gücü artar.

Lütfen zahmet edip İstanbul'un düşman askerlerince çiğnendiği, Boğaz'da İngiliz-Fransız gemilerinin yüzdüğü, hatta Yunan askerlerinin şehir sakinlerine sarkıntılık ettiği işgal yıllarında; yayımlanan eserlerin, risalelerin, yapılan çalışmaların niteliğine bakınız. Mesela kurulan ilmi heyetleri sayınız, hatta bu heyetlerin akdettikleri içtimalar sırasında konuştukları meseleleri şöyle bir gözden geçiriniz...
Göreceksiniz ki bütün menfi şartlara rağmen o insanlar ellerindeki fidanı dikmeye çalışıyorlardı; ellerinden geleni yapmaya, sele kapılıp yok olamamaya gayret ediyorlardı.

"Kıyamet koptuğunda, elinde bir fidan olan o fidanı dikmeye baksın."

Elinde fidan olanlar, ne surette olursa olsun Kıyamet'in koptuğuna değil, evvelemirde ellerindeki fidanları dikmeye bakmalılar o halde!
Zaten kısa olan bu hayatın berbat geçip geçmemesi önemli değil; asıl önemli olan bu geçicilik içinde bizim kalıcı olarak ne yaptığımız.

Kendimiz için ne yapıyoruz mesela?
Ruhlarımızı korumak için,
Rahman defterinde adımızı görebilmek için,
Hüsrana uğramamak için ne yapıyoruz?

Oysa "şeytan!" bizleri fakirlikle korkutuyor; cebimizi boşaltmakla kalmıyor, ruhlarımızı da soymak istiyor. Direncimizi kırmak, mücadele gücümüzü azaltmak, bizi biz olmaktan çıkarmak için uğraşıyor.

Hayatın cazibesine direnmek kadar, hayatın saldırılarına da direnmek gerek. Elimizdeki fidanları dikmek için zaman kollamak zavallılığına duçar olmamak gerek.

Zaman ibn'ül-vaktlerin zamanı.
An'ı yaşayanların,
An için yaşayanların,
An'ın hesabını verenlerin zamanı.
Hep öyleydi zaten.
Halen öyle
Ve istikbalde de öyle olacak!

Biliyorum; insanın kendi olması, kendi kalması zor. Çok zor. Fakat kendimiz olmak, kendimiz kalmak için zamanı ayarlayamayız. Çünkü bütün zamanlar zor zamanlardır. Zorluk zamanın arazı değil, bilakis kendisi, kendisinden bir parça, mahiyetinin bir parçası.

Hayat hep berbattı zaten. Zaman da hep zor.
Farkedenler, farkedebilenler hep berbat bir hayat içerisinde, hep bir zor zaman diliminde farkettiler, farkedebildiler.
Ve fakat asla bu dünyada berbat olmayan bir hayatın, zor olmayan bir zamanın gelmesini beklemediler.

Hayat berbat, zaman zor olmasaydı -bir düşünelim bakalım- elimizde dikmeye değecek bir fidan olur muydu, olsaydı onları dikmeye gerek kalır mıydı?

Sakın yanlış anlaşılmasın; "Bardağın dolu tarafını görmeye çalışın, hayattan kam almaya bakın" filan demiyorum. Zira bu bardak hep boş idi, kam alınmaya değer bir hayat da hiçbir zaman yok idi. Binaenaleyh bu boşluğu, bu yokluğu idrak edip, siz asıl yokluk içinde varolmanın keyfine bakın.
Sufiler "Küfr-i hakiki olmadan iman-ı hakiki olmaz" derler. Ben de derim ki: Varlık içinde yokluk çekeceğinize, bir kere de yokluk içinde var olmayı deneyin. Öyle ya varlık varlık'a nisbetle değil, yokluk'a nisbetle varlık niteliği kazanıyor değil midir?

Sevgili dostlarım:
Unutmayınız ki zübde-i alemsiniz siz, o halde hoşça bakın zatınıza!




17 Aralık 2016 Cumartesi

HİÇ OLMAK

Elde olmayan bir gelecek adına eldeki biricik şeyi: Şimdiyi terk etmek.
Sahip olduğumuz en kıymetli şey karşılığında "Zaman" karşılığında ne kadar değersiz meta varsa ona talip olmak.
Ölümü düşünmeden, ölümün gelişini beklemeksizin yaşayabileceğini sanmak.
Varlığa gelir gelmez dönmeye başlayan yaşam ibresinin hızlanıyor olmasına aldırmadan, sözüm ona "Mülkiyet" hırsıyla sağa sola saldırmak.
Hem de bize ayrılmış "Zaman" payının azaldığını bile bile.
Yeryüzünde insanoğlunun sürekli ıstırap duygusu içinde yaşamasının bir tek nedeni var: Mülkiyet.
Yani;
           •Sahip olmak
ve
           •Sahip olduğumuzu sürekli kılmaya çalışmak.

Acılarımız hep buradan kaynaklanıyor:
           •Sahip olamazsak.
           •Sahip olduğumuzu koruyamazsak.

Peki kişi kendisine sahip olmadan, kendi dışındakilere sahip olabilir mi? (Olamaz) Bu yüzdendir ki çocuklar ve deliler mülkiyet edinemez.


1 Aralık 2016 Perşembe

BİLDİKLERİMİZİN SIRRI YOKTUR, AMA ANLADIKLARIMIZ SIRLARLA DOLUDUR; BİZİ ANLATAN SIRLARLA...

"İnsanoğlu şahsiyetinin sırrını bildiklerine değil, anladıklarına borçludur."
 
Bildiklerimiz bir çok şeyle ilintilidir; okuduklarımızla, dinlediklerimizle, gördüklerimizle... Lakin anladıklarımızın ilintili olduğu tek şey: Biz/İZ!..

Anladıklarımız bizi tüm diğer insanlardan ayıran, bizi biz yapan karakter İZ/lerimiz. Ne olduğumuzun, ne olmadığımızın, kim olduğumuzun, kim olmadığımızın, şahsiyetimizin, zihniyetimizin, kabiliyetimizin, karakterimizin, kişiliğimizin pazara çıktığı tezgahımız.

İşte bu nedenledir ki bana göre insanın öncelikle bildiklerinin değil, anladıklarının hesabını tutması; bildikleriyle değil, anladıklarıyla kendini yorumlaması gerekir.

Kişi anladıklarında anlatının değil, kendinin İZ/ini sürmelidir.
Kişi söylediklerinden ve yaptıklarından sorumludur. Muhataplarının anladığından değil.

30 Kasım 2016 Çarşamba

KELEBEKLERİ İTMEYİN

Adam dua etti sessizce: " Tanrım konuş benimle "
Ve bir kuş cıvıldadı ağaçta,
                                      ama adam duymadı.
Bağırdı sonra, tüm gücüyle: " Tanrım konuş benimle "
Ve gökyüzünde bir şimşek çaktı,
                                              adam oralı bile olmadı.
Etrafına bakındı bir gece: "Tanrım seni görmeme izin ver " dedi
Bir yıldız parladı gökyüzünde,
                                                farkına varmadı.
Haykırdı: " Tanrım bana bir mucize göster " diye
Bir bebek doğdu yakınında bir yerde,
                                                          bilmedi.
Sonra çaresizlik içinde kıvrandı: " Dokun bana Tanrım, burada olduğunu anlamamı sağla "
Bir kelebek kondu omzuna,
                                           adam kelebeği elinin tersiyle itti...

ÇOCUK

Günde kaç milyon insan ölür yeryüzünde,
doğar kaç milyon?
Kaçı yaşar,
kaçı yaşadım diyebilir?
Kaç çocuk gençliğini görebilir,
sevebilir, gülebilir?
Yeryüzünde kaç çocuk üç öğün yemek yiyebilir?
Kaç çocuk gün yüzü görebilir,
daha kaç çocuk büyümeden ölebilir?
Çocuklara kıymayın efendiler, 
kıymayın çocuklara!


Bir yerimiz varsa bu dünyada
Her şey insanca olmalı;
Sevmekte, yaşamakta, ölmekte...diyordu dün Edip Cansever
Biz de diyoruz ki bugün:
Bir yerimiz yok bu dünyada
Hiçbir şey insanca olmuyor
Ne sevmek, ne yaşamak, ne ölmek...








11 Kasım 2016 Cuma

KEYİF DEFTERİNDEN

Yaşama zevkiniz varsa, zafer sizindir!
Her sabah güne gülümseyerek başlıyorsanız, zafer sizindir.
İşinizi keyif alarak yapıyorsanız, zafer sizindir.
İnsanlara değil, kalbinize kulak kesiliyorsanız zafer sizindir.
Hakkı gözetip, yalnızca Hakk'tan korkuyorsanız zafer sizindir.
Ve eğer hayatınızın geri kalan kısmında ne yapmak istediğinizi biliyorsanız ZAFER SİZİNDİR!

Gökyüzünün güzelliğini;
Sabahları doğan güneşi,
Geceleri ışıtan ay'ı SEYRETMEZSENİZ..

Doğanın şarkısını;
Yaprakların hışırtısını,
Kuşların cıvıltısını DİNLEMEZSENİZ..

İnsanların mutluluğuna ortak olup, onlarla GÜLMEZSENİZ..
Hüzünlerinde destek olup, gözyaşlarını SİLMEZSENİZ..
Yaşamın şiirselliğinin farkına VARMAZ,
İçinde sevdiklerinizin olduğu kareleri ÇOĞALTMAZSANIZ..

Mutluluğu ISKALARSINIZ!

Hedeflerinize ulaştığınızda,
Beklediğiniz başarıyı yakaladığınızda,
Savaşı kazandığınızda...tüm bunları bomboş ellerle ve kalplerle karşılamak zorunda kalırsınız.
Sonra hayatı parçaları kaybolmuş bir "YAPBOZ" gibi yaşar
Ömrünüz boyunca ararsınız;
Kaybettiğiniz ruhunuzu, beyninizi ya da kalbinizi!..

8 Kasım 2016 Salı

CHUANG TZU'NUN PEŞİNDEN

Meyva vermeyen bir ağaç kadar faydasız olsun bu yazdıklarım
Dallarına, meyvasına tamâ edip kimse taşa tutmasın.

Bu yazdıklarım çok budaklı, çok bükümlü bir ağaç kadar faydasız olsun
Marangozlar kesip biçmeye değer bulmasın.
(Gövdem, kökümden ayrılmasın)

Dokusu gevşek,
Gözenekleri geniş,
Reçinesiz bir ağaç gibi faydasız olsun bu yazdıklarım.
Odun olmaz bu ağaçtan desinler,
Kimse yakmasın.

Faydasız olsun,
Ama yine de;
Bir ağaç gibi olsun bu yazdıklarım:
Kökü toprakta,
Başı gökyüzüne dönük.
Belki kimse bahçesine dikmez, şehrin bulvarlarına dikmezler onu.
Ama yine de;
Uzak,
Kıraç bir ıssızlıkta bunalmış bir yolcu;
Dibinde oturacağı,
Sırtını dayayacağı bir ağaç buldu diye ferahlar/sa
Bu yeter.

5 Kasım 2016 Cumartesi

HERKESLEŞME!

Çok satan kitaplar, çok gişe yapan filmler,
çok gezilen yerler, çok reyting alan diziler, sezonun trendleri, bu yılın renkleri...
Herkese aynı şeyleri sunarak; aynı şeyleri okutup, aynı seyleri izletip, aynı şeyleri dinleterek beyinleri iğdiş edilmiş, üretmeyen, üretilip önüne konanın sorgusuzca peşinden sürüklenen sürüler meydana getirmek
Ve gütmek...
Sürüden olmayanı, olmak istemeyeni garipsemek, ötekileştirmek ve hatta daha da ileri giderek linç etmeğe çalışmak.
İnsanları herkesleştirip belli katogorilerin içerisine tıkmak; denetimi , yönetimi ve etkilemesi kolay kitleler oluşturmak ve bu adına "herkes" denilen grupları bu şekilde mutlu olduklarına inandırarak istenildiği gibi yönlendirmek. 
Peki herkesin okuduğunu okuyan, herkesin izlediğini izleyen, herkesin dinlediğini dinleyip herkesin bildiğini bilenler;
Herkes gibi konuşmaktan, herkesin düşündüğünü düşünüp, herkesin vardığı yargılara varmaktan kendilerini koruyabilirler mi?
Pek tabii ki hayır! 
Bugün facebook, twetter gibi sosyal ağlardan paylaşılan ve araştırmaya bile gerek duyulmayacak açıklıkta zırvalığa sahip parağrafların, paylaşımların, sloganların peşine hiç düşünmeden takılanlar; üzerinde uzun süre çalışılmış ve planlanmış bu herkesleştirme projesine karşı koyabilirler mi?
Bunun cevabı da: Pek tabii ki hayır!
---------- 0 ----------
Oysa ki; her insan biriciktir!
Her ruh,
Her yaşantı,
Her mutluluk,
Her acı,
....biriciktir.
Oysa ki yazarken, okurken, konuşurken mühim olan çap değil derinliktir. Yani alan değil, anlamdır. Yani okumak için, izlemek için, dinlemek için seçim yaparken kullanılması gereken ölçüt; herkese hitap eden değil, hakikate hizmet edendir.
İşte bu yüzden;
Siz,
Siz olun!
Ayrık otu olun, 
Ama herkes olmayın. 
---------- 0 ----------
Sizi bir adım daha ileri taşıyacak kitabı okuyun, çok satanlar listesinde olanı degil.
Kendinizden bir şeyler bulacağınız filmi izleyin, çok gişe yapmış olanı değil.
Ruhunuza dokunan müzikleri dinleyin, listenin ilk onuna gireni değil.
Beğendiğiniz renkleri seçin, beğenileceğini umduğunuzu rengi değil.
Kendinize yakıştırtığınızı giyin, birilerinin moda yaptığını değil.
Velhâsıl; 
Ne olursanız olun, 
Ama nev-i şahsınıza münhasır olun.

2 Kasım 2016 Çarşamba

OKUMAK

Hayat kısadır ve hayatı uzatmanın tek yolu, 
okumaktır.
Bana göre kafaları farklı çalışan üç düşünce adamı, üç güçlü kalem ve onlara ait beş farklı kitap. Aslında altı olacaktı ama aylardır okuyabilmek için büyük mücadele verdiğim bir tanesi yanlış gelmiş. 
Varsın olsun, bu yanlışlığın da sebeb-i hikmetini zaman anlatacaktır elbet.

"İnsanı insan yapan okuldan sonra edindiği bilgilerdir." diyen Nüvit OSMAY'dan İNSAN MÜHENDİSLİĞİ

"Sahipleneni az diye hakikate hürmet etmekten vaz mı geçeceğiz?" diye soran Dücane CÜNDİOĞLU'ndan HAKİKAT ve HURAFE, DÜŞÜNCE DÜŞLENİR ve bir de KEŞF-İ KADÎM

"İnsanoğlu şahsiyetinin sırlarını, bildiklerine değil anladıklarına borçludur." iddiasında bulunan İsmet ÖZEL'den FAYDASIZ RANDEVU
---------- 0 ----------
Okudukça anladım ki, okumak yazmaktan çok daha zor bir zanaat. Çünkü insanın okuyunca, okumakla kalmayıp bir de okuduğunu anlaması gerekiyor. Yazanla sohbet etmesi, cümlelerde gizlenen anlamları keşfetmesi, o cümleleri yazdıran duyguları hissetmesi, bazen durup düşünmesi, bazen geriye dönüp bakması, bazen de taşları yerli yerine oturtabilmek için sayfalar arasında son sürat koşması gerekiyor. Yani okuduğu süre zarfında hem kitabın müellifiyle hemhal olması, hem de bizâtihi kitabın içinde yaşaması lâzım geliyor.
İşte bu sebepledir ki; günümüzde iyi okurlara, iyi yazarlardan daha ender rastlanıyor. Çünkü okumak, yazmaktan daha öte bir iş, daha zor bir zanaat;
Daha uysal,
Daha uygar,
Daha entelektüel...
Zâten Belhli Celâleddin'in de 25632 beyitten müteşekkil, o büyük eseri Mesnevîsinin girizgâhında:

Herkes kendi anlayışına göre oldu bana yar,
Ama gizli kaldı benim içimdeki tüm esrar. 

demesi özünde buna işaret etmiyor mu? Yani marifetin yazmakta değil, okumakta; anlatmakta değil, anlamakta olduğunu söylemiyor mu?

Yazan anlatır, okuyan ise anlar. 

Herkes kendi zannınca anlar;
Kendi aklınca, kendi hükmünce, kendi bilgisi nisbetinde...
Bu yüzdendir ki yazanlar da, anlatanlar da, bulanlar da tarih boyunca asla anlatamamaktan yakınmamışlar; hep anlaşılamamaktan yakınmış, hep anlaşılamamaktan muzdarip olmuşlardır.

Her meclis de geldim ben ah-u zara,
Eş oldum bedbahta ve bahtiyara,
Her kim sandı ki bana oldu yar,
Lakin aramadı bende ne sır var?
Pişkinin halinden ah anlar mı ham?
Söz kısa gerektir imdi,
Vesselam..


31 Ekim 2016 Pazartesi

ZAMAN

Ah zaman!
Hem dost, hem düşman.
Hem mazlum, hem zalim.
Akdıkça köpüren nehir,
Yiğide ayak bağı, 
Namerde at meydanı.
Nefrete dost 
Ve tuzak sevdaya.
İyi ile kötünün, 
İyilik ile kötülüğün yolunu ayırıcı bazen 
Ve bazen rahmette zahmet, zahmette rahmet yumağı... 
Hayırda şer, şerde hayır gizleyen sır...

Ah zaman!
Zaman bir çizgi... 
Sonu yok, başıda olmadığı gibi... 
Herkese bölüştürüldü bir parçası ezel gününde, can meclisinde; 
Acıdan ve sevinçten nakış çizelim, desen işleyelim diye üstüne....
Rengi hiç olmadı bu yüzden, 
Tezgahta hiç dokunmadı...
Takvimlerden eledik onu, ad koyduk, sınır çizdik...
Dilim dilim eyledik, 
Civan iken kemale erdik onunla;çocuktuk, bahara girdik...
Onu ışık ile ölçenlerin ömürleri güneş ile birlikte gömüldü karanlığa, 
Kum ile tartanların ömürleri kumlar gibi aktı şişelerden.
Şimdi zaman; 
Saatlerde bir tik...tak... 
Ve takvimlerde bir yaprak...
Bize hatırlatıyor durmadan:
Uyan ey!.. 
Eksiliyor saatler, günler, haftalar, aylar...

     "Geçen hod geçti gitti, geleceği neylersin
     Her nefesin neş'esin; bu demle, bu andan sor"
Zamanı durduramazsınız!
Ama anlam katabilir, değerli kılabilirsiniz.
Böylece anı ölümsüzleştirebilir, yaşamın tam orta yerine heykelinizi dikebilirsiniz
O yüzden zaman sizi harcamadan, siz zamanı harcayın!
Değerli şeyler karşılığında...

GÜNAYDIN!...

Ne kadar umutsuz ya da mutsuz olduğunu düşünse de insan,
Yine de vazgeçemez hayattan!
Düşüp kalksa da, tökezlese de bazen
Onu yaşama bağlayan iki şeyden biri hep vardır;
Biri mutlu olmak,
Bir diğeri umutlu olmak.
--- 0 ---
Ve uyanmak!
Buğday sarısı bir güneşle;
Yeni bir güne.
Dostluğa, barışa, sevdaya,
Tazecik umutlara.
Ne gam, ne keder...
Küçük bir tebessüm,
Bir fincan kahve...
Şöyle gerine gerine günaydın demek,
Dostluğa
Barışa,
Umuda,
Aşka,
Yeni bir güne daha 
Merhaba :)
 GÜNAYDIN!

21 Ekim 2016 Cuma

İNSAN YÜREĞİNDE SEVGİNİN BİTTİĞİ YER, CEHENNEMDİR!

 
İkilik kinini içimden atıp,
Özde ben bir insan olmaya geldim
Taht kuralı ariflerin gönlüne
Sözde ben bir insan olmaya geldim
Serimi meydana koymaya geldim
.......................
(Nimri Dede)

Neye sahip olursan ol;
Eğer sevgi dolu bir yüreğe sahip değilsen, hiçbir şeye sahip değilsindir.
Gökte, yerde ve ikisi arasında ne varsa sevgiyle vardır.
Ay dünyanın etrafında sevgiyle döner,
Dünya güneşin...
Yıldızları yerlerine rapteden yine sevgidir.

İşte bu yüzden dış yerine içi, suret yerine ruhu sevmek gerektir.
Hayat sevgiyle, hoşgörüyle, samimiyetle, iyi niyetle, hüsn-i zan ile güzeldir.
Sevginin, hoşgörünün, samimiyetin, iyi niyetin olmadığı bir yerde hayat sürmeyi düşünmek, beyhudedir.
O hayatı sürmek değil, sürüklemektir.
 


12 Ekim 2016 Çarşamba

2N - NİÇİN / NASIL

Negatif insanlarla aynı ortamda bulunmak radyasyona maruz kalmak gibidir. Kısa süreli düşük dozlara dayanabilirsiniz ancak, sürekli maruz kalmak sizi öldürür.(T. S. ELİOT)
Duygular bulaşıcıdır ve alışkanlık yaratır. Eğer gününüzün büyük bir kısmını negatif duygularla dolu, şikayetçi, memnuniyetsiz, şükürsüz, agresif, nezaketsiz insanlarla geçirirseniz zamanla kendinizi mutlu ve pozitif hissetmekte zorlanmaya başlarsınız. 
Bu yüzden çevrenizdeki mutsuzluk ve şikayet etme alışkanlığı olan kişilerden uzak durmaya çalışın.
Pozitif düşünen ve mutlu hissetmeyi başarabilen insanlarla zaman geçirmeyi artırdığınızda göreceksiniz ki; olumlu düşünmeye, pozitif ve mutlu hissetmeye başlamışsınız bile.
Unutmayın, hayat kısa! Sahip olduğunuz tek şey şu an, bir dakika sonrası bile meçhul, öyleyse; sevmekte, teşekkür etmekte, özür dilemekte, gülmekte cömert olun.
Çevrenizi ve insanları olduğu gibi kabul edin.
Şükredin.
Nimeti değil, nimeti vereni görün
Azla yetinebilmeyi, çokla şimarmamayı öğrenin.
Sahip olmadıklarınıza üzülmeyi bırakıp,
Sahip olduklarınızla mutlu olmayı deneyin.
Ufak şeyleri fark edin; pencereye konan serçeyi, akşam yediğiniz yemeğin ne kadar lezzetli olduğunu, her gün geçtiğiniz yolun kenarındaki çiçeği...
Sevdiğiniz şeyleri yapmak için az da ola kendinize zaman ayırın; spor yapın, güzel müzikler dinleyin, şiir yazın, kitap okuyun...
Her zaman gülümseyin ve nezaket gösterin; dosta, düşmana, insanlara, hayvanlara...
Hedef belirleyin ve kendinizi geliştirin.
İnsanları canlandıran, hayata bağlayan, enerji veren, sevgiyle/muhabbetle dolduran hedeftir; öldüren ise yeis, yani umutsuzluk!
Hiç bir konuda umutsuz olmayın. Umudunu kaybeden insanın, aslında her şeyini kaybetmiş olduğunu hatrınızdan çıkarmayın.
Eğer yaşamak için bir "Niçin?" bulduysanız kendinize, karşınıza çıkacak hemen hemen her "Nasıl?" ile başa çıkabilirsiniz demektir.
Her zaman kendi kutup yıldızınız kendiniz olun. En umutsuz anlarınızda, sorunların, zorlukların içinde kaybolduğunuz da, size yol gösterecek ışığı kendi içinizde bulun.
Kimseden bir şey beklemeyin...
Yaralı bir güvercin gibi değil, bir deniz yıldızı gibi davranın ; kırılan kollarınızı yada yara alan parçalarınızı kendiniz yenileyin; hatta gerektiğinde o parçalarınızdan vazgeçin...
Kimsenin sizin kahramanınız olmasına izin vermeyin. Düştüyseniz kalkın, yaralandıysanız yaralarınızı kendiniz sarın...
İçinize dönün, kalbinizi ve zihninizi yoklayın ve düşünün! Biraz düşününce göreceksiniz ki, hayatınızda sizi mutlu eden bir şeyler mutlaka var. İşte onlar için şükredin ve mutlu olun. Her gün tekrarlayın kendinize "Bugünde doğan güne sağlıkla gözlerimi açtım." diye "Bugünde görebiliyorum, bugünde duyabiliyorum, bugünde sarılabiliyorum sevdiklerime."
Hatalarınızdan ders çıkarın, Orhan Babanın dediği gibi "Hatasız kul olmaz." Hiç bir şeyin sizi umutsuzluğa düşürmesine, yaşam enerjinizi sömürmesine, sizi pes ettirmesine izin vermeyin.
Kendinizi sevin, her şeyinizle sevin, tüm kusurlarınızla, en çekilmez yanlarınızla, en zor zamanlarınızla, dibe vurduğunuzda da, zirveye çıktığınızda...
Kendinizi sevmekten asla vazgeçmeyin.

Kısacası;
Kısa olan ömürde;
Kendinize iyi davranın,
Hedef koyun,
Çalışın,
Başarın,
Mutlu olun,
Mutlu kalın...
O yüzden durmayın, yürüyün! Hava nasıl olursa olsun, siz yürüyün! Sadece güneşli günlerde yürürseniz, hedefe asla ulaşamazsınız.

DÜŞÜNCEMİZ KONUŞMAMIZA, KONUŞMAMIZ DAVRANIŞIMIZA, DAVRANIŞIMIZ KADERİMİZE YANSIR. ÖYLEYSE GÜZEL DÜŞÜNÜP, GÜZEL KONUŞUP, GÜZEL YAŞAYALIM...

 

Güzel bir söz, kökü yerde ama dalları gökte olan tılsımlı bir ağaca benzer; her zaman lezzetli yemişler verir.

Çirkin bir söz, kökü ve dalı olmayan kuru bir ağaca benzer; ne meyve verir, ne gölge verir.

29 Eylül 2016 Perşembe

TAVŞANIN RANDEVUSU-İSMET ÖZEL

Sizin düşmanınız,
Sizin hedefinize,
Sizden önce ulaşandır.
Eğer düşmanım olmasın diyorsanız, kendinizi;
İnsanların elde etmek için can attıkları bütün başarılardan
Ve o başarıları sağlayacak çabalardan uzak tutun.
Çünkü, insanların dikkatini çekecek kadar başarıyla uygulamaya konulmuş tüm sanatlar, düşman kazanma sanatı yerine geçer.
Bu yüzden dostum azdır diye üzülüyorsan, teselliyi düşmanlarının çokluğunda arayabilirsin.
Kişinin felaketi istediği sayıda(veya hiç) dosta kavuşamayışında değil, düşman olunamayacak kadar silik bir hayat çizgisi takip edişindedir.
---------- 0 ----------
-İşler nasıl gidiyor ahbap? demiş kör kötürüme.
-Nasıl olsun, gördüğün gibi demiş kötürüm.
---------- 0 -----------
Hayat dört şeyle kaimdir derdi babam;
Su, ateş ve toprak
Ve rüzgar.
Ona kendimi sonradan ben ekledim.
Pişirilmiş çamurun zifiri kokusunu,
Ham yüreğin pütürlerini geçtim.
Gövdemi alemlere zerk ederek
Var oldum kayrasıyla var edenin,
Eşref-i Mahlukat nedir bildim!


24 Eylül 2016 Cumartesi

İNSAN İNSANI YA TAMAMLAYAMADI, YA TAM ANLAYAMADI...

Dervişin biri pencereden aşağı bakarken yoldan geçen bir başka dervişi görür ve tam göz göze geldikleri bir anda işaret parmağını aşağıya doğru uzatır. Bizim aşağıda ki  dervişte buna karşılık işaret ve orta parmağını "V" harfi biçiminde açarak yukarıya doğru uzatır; gülümser ve yürüyüp yoluna devam eder..
Olayı uzaktan izleyerek merak eden ve işin aslını öğrenmek isteyen bir adam ise koşarak aşağıdan geçen dervişin yanına varır ve sorar: 

-"Biraz önce O ne demek istedi, Sen ne cevap verdin?"
-"Yukarıdaki bana işaretle 'Gökten yağmur yağarsa ne olur?' diye sordu. Bende iki parmağımı yukarı kaldırarak 'Yerden nebat biter.' dedim." der.
Adam meraklı, bu seferde pencereden bakan dervişin yanına gider ve aynı soruyu ona da sorar. O'nun açıklaması da şöyle olur:
-"Ben; 'Aşağıya inersem senin gözünü oyarım' dedim. O da bunu anladı ve 'Ben de yukarı çıkarsam, senin iki gözünü oyarım.' dedi."  
İnsanoğlunun cevap bulamadığı tüm soruların cevabı anlamakta saklı.

23 Eylül 2016 Cuma

DERİN NEFES

"Hayatta ki bazı kişiler sanki sihirlidir. İnsanlara umut ve yaşama sevinci verir."
Onlardan olun!

Güzel düşünün, 
Güzeli görün.
Suçlamayın, anlayın
Eleştirmeyin, yol gösterin
Kınamayın, dua edin
Surat asmayın, gülümseyin
Tartışmayın, konuşun
Değişmeyin, gelişin

Bir meselemiz olsun
O da; 
Daha iyi bir insan olup, 
Daha ahlaklı bir toplum 
Ve daha temiz bir dünya kurmak olsun...

Dünde takılıp kalmayın,
Ya da yarın için endişe duymayın, 
Bugünü hakkını vererek yaşayın,
Küçük şeylerden büyük sevinçler çıkarın,
Dertlerinizi dert etmeyin, halledin.
Halledemiyorsanız, dua edip sabredin.
Bir yetime, bir kimsesize el uzatın, yardım edin
Bir hayvanın başını okşayın, bir kap su verin
Bir çiçek koklayın,
Bir çocuk sevindirin,
Gökyüzünü seyredin,
Ciğerlerinize derin bir nefes çekin
Bir türkü tutturun
Bir şarkı söyleyin
Tüm bunları şimdi yapın
Şu anda!
Açın pencerenizi ardına kadar
Dışarıdaki havayı koklayın
Bir Neşet türküsü açın
Arkanıza yaslanın
Her şeyi beş dakika askıya alın
Ve 
Sevgiyle kalın

Bunun için hala şansınız varken
Çünkü yeryüzünde tüm bunları yapmak isteyip de yapamayan milyonlar var
Ve bir gün
Bizim de o milyonların içinde olma ihtimalimiz...

22 Eylül 2016 Perşembe

KARAMELLİ MISIR

Sonbahar gelipte ayağıma çorap, sırtıma da hırka giymeye başladım mı, yaşam da farklılaşır benim için. Sıcak havalarda dışardan içeriye girmeyen şahsım, havaların serinlemesiyle birlikte uysal ve evcimen bir kişiye dönüşüverir hemen. Artık deniz, park, bahçe, diyet, spor, yüzme, gezme sezonu kapanmış; film, kitap, yazı, sıcak çikolata, sütlü tatlı, karamelli mısır, az hareket, bol düşünce, e az da kilo sezonu açılmıştır. Belki ben gibi düşünüp, ben gibi bu havalarda film izlemeyi sevenler vardır diye Meral'in tavsiyesi olarak size cıtır çıtır, damak zevkinize göre ayarlayabileceğınız ekşilik ve/veya tatlılıkta karamelli mısır patlakları tarifimi sunacağım bugün. Kesinlikle deneyin, pişman olmayacaksınız.
  • Önce mısırları patlatıp bir kenara koyun.
  • Sonra yapışmaz bir tencerede keyfinize ve patlattığınız mısırların miktarına göre biraz toz şekeri kısık ateşte karamelize edin. Karamel rengini yakaladığınızda bir parça tereyağı ve az miktarda limon suyu ekleyin.
  • Daha sonra tencerenin altını iyice kısarak patlatmış olduğunuz mısırları karamelli karısımla harmanlayın ve bir kenara alın.
  • Nihayetinde de soğuyarak kalıplaşmış olan karamelli mısır patlaklarınızı nazik hareketlerle harmanlayıp birbirinden ayırın. AFİYET OLSUN
Şimdi de benim gibi yapın!
Kendinize Fransız yazar Muriel Barbery'nin "L'élégance Du Hérisson-Kirpinin Zerafeti" isimli kitabından uyarlama, kitapla aynı adı taşıyan, 2009 yılı yapımı ve ülkemizde nedenini anlayamadığım bir şekilde " Yaşamaya Değer" adıyla gösterime giren filmi açın. Dünyayı sessize, mısırlarınızı dizinize, çayınızı da elinize alın ve dalın!
Filmin muhteşem repliklerine...
"Birgün öleceğiz!
Ama öleceğiz diye kuru bir sebze gibi çürümeyi beklememeliyiz.
Önemli olan ölüm bize geldiğinde ne yapıyor olduğumuz. Mesela bazıları Namaçi'de Everestin zirvesine tırmanırken ölür. Eğer hayatını bir akvaryumun içinde yaşarsan, sonun plastik bir poşete girmek olur.
Ben akvaryumda yaşayan bir balık olmayacağım!"

21 Eylül 2016 Çarşamba

KİTABIM DER Kİ:

Hem dost, 
Hem arkadaş,
Hislerine tercüman,
Gizlerine sırdaş
Karanlıkta kutup yıldızı,
Kimsesizlikte bir nefes,
Ve taaaa içinde
Kötülükten sakındıran bir ses
                          olsun istiyorsan okudukların;
Tüm sesleri sustur hariçten gelen,
Bir çay doldur kendine,
Yüreğini eğ,
Başını omzuma devir...
Usulca ucundan tut hayatın;
Sayfayı çevir!

19 Eylül 2016 Pazartesi

YAŞIYORUM!

Nefes aldığım her günün;
Paha biçilemez bir hediye
Ve zatıma bahşedilmiş büyük bir nimet olduğunu idrak ederek.
Gelecek kaygısıyla anı berbat etmeyip, 
Hayatın akışında kalarak.
Harekette bereket olduğuna inanıp, 
Çalışmaktan ve üretmekten korkmayarak.
Balkona konan kuşlara kızmak yerine, 
Bir avuç bulgur atarak.
Evin dağılmasından şikayet etmeyip,
Dağıtanların varlığıyla mutlu olarak.
Yaptığım her işe sevgimi katarak.
Gördüğüm her yüze tebessümle bakarak.
Cümle mevcudata şefkat ve merhamet duyarak.
İyiliğin,
Doğruluğun,
Letafetin ve zarafetin peşinden koşarak...
Kendim olarak,
Ve kendime değer vererek yaşıyorum.

O yüzden;
Evimde misafir odası yok.
Evin her yerinde bizatihi ben yaşıyorum.
Misafir için ayırdığım yemek takımlarım, çatal kaşık setlerim de yok.
Her şeyin en iyilerini kendim için kullanıyorum.
Biri evime geldiğinde evim dağınıksa panik yapmıyorum.
Çünkü kapımı evimi görmeye değil, beni görmeye gelenlere açıyorum.
Etrafı dağıttı diye kimseye öfkelenmiyorum,
Hatta bazen onlara eşlik edip, ben de dağıtıyorum,
Hiç bir ev işi benim için “anneee” diye seslenen çocuğumdan daha önemli olmuyor
Ben sohbet ederken araya girip fikrini söyleyen çocuğuma kızmıyorum
Hiçbir şeyi mutluluktan ve huzurdan daha fazla önemsemiyorum
Bu yüzden insanların ne düşündükleriyle ve  ne söyledikleriyle ilgilenmiyorum.
İlgilenenleri de hayatıma dâhil etmiyorum.
Kurallarımı ve sınırlarımı belirlerken yalnızca Allah'ın emir ve yasaklarını düşünüyorum.
Benim eşyalara hizmet için değil de eşyaların bana hizmet için yaratıldığına,
Kefenin cebinin olmadığına, 
Ve hiçbir maddi varlığın sonsuza kadar benle kalmayacağına inanıyorum...
Bu yüzden tüm bunlar için ne kendimi, ne de sevdiklerimi sıkıntıya sokmuyorum.
Hala hayattayken 
Ve sevdiklerim hala yanımdayken,  
Yeniden kazanamayacağım tek şeyin zaman olduğunun,
Geri getiremeyeceğim tek şeyin ölen olduğunun,
Ve nihayet bulduğunda ömrümüz,
Verilecek çetin bir hesap olduğunun
Bilincinde yaşıyorum.