Hayat hep berbattı zaten. Ne olup bittiğinin farkında olanlar için daha da berbat.
Farkında olmayanlara gelince, hayatın berbat olup olmadığının ne önemi var onlar için?
Onca keşmekeş içinde kendini unutup başkaları için yaşamak iddiası ne büyük bir iddia!
Unutulucak derecede zayıf bir kendilik, başkaları için yaşanabilir mi?
Yaşanabilse bile acaba buna yaşamak denir mi, denebilir mi?
Hayat hep berbattı zaten. Farkedenler için.
Evet, asıl farketmeye değen şeyleri farkedecek zekalar için ziyadesiyle berbattı hayat.
Büyük işler berbatlığın büyüklüğü oranında zühur eder. Hayatın saldırıları arttığında -sanıldığının aksine- kendi olabilen, kendi kalabilen şirzime-i kalilenin de gücü artar.
Lütfen zahmet edip İstanbul'un düşman askerlerince çiğnendiği, Boğaz'da İngiliz-Fransız gemilerinin yüzdüğü, hatta Yunan askerlerinin şehir sakinlerine sarkıntılık ettiği işgal yıllarında; yayımlanan eserlerin, risalelerin, yapılan çalışmaların niteliğine bakınız. Mesela kurulan ilmi heyetleri sayınız, hatta bu heyetlerin akdettikleri içtimalar sırasında konuştukları meseleleri şöyle bir gözden geçiriniz...
Göreceksiniz ki bütün menfi şartlara rağmen o insanlar ellerindeki fidanı dikmeye çalışıyorlardı; ellerinden geleni yapmaya, sele kapılıp yok olamamaya gayret ediyorlardı.
Farkında olmayanlara gelince, hayatın berbat olup olmadığının ne önemi var onlar için?
Onca keşmekeş içinde kendini unutup başkaları için yaşamak iddiası ne büyük bir iddia!
Unutulucak derecede zayıf bir kendilik, başkaları için yaşanabilir mi?
Yaşanabilse bile acaba buna yaşamak denir mi, denebilir mi?
Hayat hep berbattı zaten. Farkedenler için.
Evet, asıl farketmeye değen şeyleri farkedecek zekalar için ziyadesiyle berbattı hayat.
Büyük işler berbatlığın büyüklüğü oranında zühur eder. Hayatın saldırıları arttığında -sanıldığının aksine- kendi olabilen, kendi kalabilen şirzime-i kalilenin de gücü artar.
Lütfen zahmet edip İstanbul'un düşman askerlerince çiğnendiği, Boğaz'da İngiliz-Fransız gemilerinin yüzdüğü, hatta Yunan askerlerinin şehir sakinlerine sarkıntılık ettiği işgal yıllarında; yayımlanan eserlerin, risalelerin, yapılan çalışmaların niteliğine bakınız. Mesela kurulan ilmi heyetleri sayınız, hatta bu heyetlerin akdettikleri içtimalar sırasında konuştukları meseleleri şöyle bir gözden geçiriniz...
Göreceksiniz ki bütün menfi şartlara rağmen o insanlar ellerindeki fidanı dikmeye çalışıyorlardı; ellerinden geleni yapmaya, sele kapılıp yok olamamaya gayret ediyorlardı.
"Kıyamet koptuğunda, elinde bir fidan olan o fidanı dikmeye baksın."
Elinde fidan olanlar, ne surette olursa olsun Kıyamet'in koptuğuna değil, evvelemirde ellerindeki fidanları dikmeye bakmalılar o halde!
Zaten kısa olan bu hayatın berbat geçip geçmemesi önemli değil; asıl önemli olan bu geçicilik içinde bizim kalıcı olarak ne yaptığımız.
Kendimiz için ne yapıyoruz mesela?
Ruhlarımızı korumak için,
Rahman defterinde adımızı görebilmek için,
Hüsrana uğramamak için ne yapıyoruz?
Oysa "şeytan!" bizleri fakirlikle korkutuyor; cebimizi boşaltmakla kalmıyor, ruhlarımızı da soymak istiyor. Direncimizi kırmak, mücadele gücümüzü azaltmak, bizi biz olmaktan çıkarmak için uğraşıyor.
Zaten kısa olan bu hayatın berbat geçip geçmemesi önemli değil; asıl önemli olan bu geçicilik içinde bizim kalıcı olarak ne yaptığımız.
Kendimiz için ne yapıyoruz mesela?
Ruhlarımızı korumak için,
Rahman defterinde adımızı görebilmek için,
Hüsrana uğramamak için ne yapıyoruz?
Oysa "şeytan!" bizleri fakirlikle korkutuyor; cebimizi boşaltmakla kalmıyor, ruhlarımızı da soymak istiyor. Direncimizi kırmak, mücadele gücümüzü azaltmak, bizi biz olmaktan çıkarmak için uğraşıyor.
Hayatın cazibesine direnmek kadar, hayatın saldırılarına da direnmek gerek. Elimizdeki fidanları dikmek için zaman kollamak zavallılığına duçar olmamak gerek.
Zaman ibn'ül-vaktlerin zamanı.
An'ı yaşayanların,
An için yaşayanların,
An'ın hesabını verenlerin zamanı.
Hep öyleydi zaten.
Halen öyle
Ve istikbalde de öyle olacak!
Biliyorum; insanın kendi olması, kendi kalması zor. Çok zor. Fakat kendimiz olmak, kendimiz kalmak için zamanı ayarlayamayız. Çünkü bütün zamanlar zor zamanlardır. Zorluk zamanın arazı değil, bilakis kendisi, kendisinden bir parça, mahiyetinin bir parçası.
Hayat hep berbattı zaten. Zaman da hep zor.
Farkedenler, farkedebilenler hep berbat bir hayat içerisinde, hep bir zor zaman diliminde farkettiler, farkedebildiler.
Ve fakat asla bu dünyada berbat olmayan bir hayatın, zor olmayan bir zamanın gelmesini beklemediler.
Hayat berbat, zaman zor olmasaydı -bir düşünelim bakalım- elimizde dikmeye değecek bir fidan olur muydu, olsaydı onları dikmeye gerek kalır mıydı?
Sakın yanlış anlaşılmasın; "Bardağın dolu tarafını görmeye çalışın, hayattan kam almaya bakın" filan demiyorum. Zira bu bardak hep boş idi, kam alınmaya değer bir hayat da hiçbir zaman yok idi. Binaenaleyh bu boşluğu, bu yokluğu idrak edip, siz asıl yokluk içinde varolmanın keyfine bakın.
Sufiler "Küfr-i hakiki olmadan iman-ı hakiki olmaz" derler. Ben de derim ki: Varlık içinde yokluk çekeceğinize, bir kere de yokluk içinde var olmayı deneyin. Öyle ya varlık varlık'a nisbetle değil, yokluk'a nisbetle varlık niteliği kazanıyor değil midir?
Sevgili dostlarım:
Unutmayınız ki zübde-i alemsiniz siz, o halde hoşça bakın zatınıza!