“Sanatların en eskisi, bilimlerin en yenisi (Koçel, 1998:10).” Olarak nitelendirilen yönetim; insanın yaratılışı itibari ile sosyal bir varlık olması ve toplu yaşama ihtiyacının bir sonucu olarak çağlar boyunca olagelmiştir. Köle-Sahip ilişkisi ile başlayıp dönemin özelliklerine ve ihtiyaçlarına göre evrilerek sürekli değişen ve gelişen yönetimin, bugün geçmişe göre çok daha katmanlı ve ussal bir hal aldığı görülebilir.
Endüstri devrimi ile üretimin insan gücünden makine gücüne aktarılmaya başlaması, mevcut kaynakların kullanımıyla ilgili endişeleri de beraberinde getirmiştir. Bu da işletmelerde üretim sürecindeki tüm girdilerin daha verimli kullanılmasının gerekliliği düşüncesini doğurmuştur ki tamda bu noktada karşımıza Frederick W.Taylor ve “Bilimsel Yönetim İlkeleri” çıkmaktadır. Taylor’ın yönetimin kişisel beceriyle paralel bir kavram olarak görüldüğü bir dönemde, kişilere değil de sisteme vurgu yapması ve yönetimi bir sistem olarak ele alıp, bir bilim alanı olarak incelemesi oldukça önemlidir.
Yönetim literatüründe bir dönüm noktası olarak kabul edilen ve 1911 yılında yayınlanan Taylor’ın “Bilimsel Yönetim İlkeleri” kitabı “Yeni sanayi çağının kutsal kitabı” olarak nitelendirilmektedir (Akt.Asunakutlu ve Coşkun, 2005: 158).
Bu çalışmamızda; genelde yönetim dönemleri ile yönetim yaklaşımlarına, özel de ise klasik yönetim yaklaşımlarından ilki olan Bilimsel Yönetim Kuramı ve kurucusu Taylor’ın insan, yönetim, işveren-iş gören ilişkileri ile kişisel ve milli refahın nasıl en üst seviyeye çıkarılabileceğine dair düşüncelerine yer verdiği “Bilimsel Yönetimin İlkeleri” kitabına yer verilecektir.
Yönetim nedir? Dediğimizde literatürde pek çok farklı tanımla karşılaşmamız mümkündür. Buna karşılık tüm bu tanımların ortak noktaları şu üç madde de özetlenebilir.
· Gerçekleştirilecek amaç ya da amaçların olması,
· Amaçları gerçekleştirecek insanların örgütlenmesi,
· İş bölümü ile dağıtılan insan gücünün bütünleştirilmesi.
Tarihsel süreç içerisinde çeşitli oluşumlardan geçerek 18.yy Endüstri Hareketlerinin başlaması ile büyük bir önem kazandığı söylenen ve kısaca yönetenin, yönetilen eliyle iş görmesi olarak tanımlayabileceğimiz yönetim; işletme kavramı gelişmeden önceki dönem ve işletme kavramının gelişmesinden sonraki dönem olarak iki başlık altında incelenebilir (Yozgat, 1989: 2).
Yönetimde çalışanların köle ve esirlerden oluştuğu, köle-sahip ilişkisi içinde korkuya ve zora dayalı bir yönetim anlayışının olduğu işletme kavramı gelişmeden önceki dönemde; kölelik zamanla yerini serflik müessesesine terk etmiş, daha sonra da serfliğin daha gelişmiş bir şekli olarak loncalar kurulmuştur. Çıraklık, kalfalık ve ustalık şeklinde örgütlenen loncaların toplum içerisinde gereken önemi görmemekle birlikte bir bakıma endüstri döneminin hazırlığını yaptıkları belirtilmektedir (Ertürk, 1998).
19.yy da Endüstri Devriminin getirdiği makineleşmenin hızla artmasıyla, pek çok alanda olduğu gibi işletmelerin ve örgütlerin yapısında da önemli değişikler meydana geldiği belirtilmektedir. İşletme kavramının gelişmesinden sonraki dönem olarak da adlandırılan bu dönemde; köle-sahip ilişkisinin artık işgören-yöneten ilişkisine evrildiği ve bunun sonucunda da yönetim üzerine düşünen uygulayıcıların çalışmalarının yoğunlaştığı görülmektedir (Tümer, 1993).
Artık yönetim üzerine gözlem ve incelemelerin yapıldığı ve yönetimin bilimsel olarak da ele alındığı 1880 ve sonrası bu dönemde; yönetim alanında yapılan çalışmalar ve geliştirilen yönetim yaklaşımlarına bakılacak olursa karşımıza aşağıdaki gibi bir tablo çıkmaktadır.
Tablo 1. 1980'den Günümüze Yönetim Yaklaşımları
1880
- 1930 Klasik ( Geleneksel ) Yaklaşım |
Bilimsel
Yönetim Yaklaşımı |
Yönetim
Süreci Yaklaşımı |
|
Bürokrasi
Yaklaşımı |
|
1930
- 1950 Neoklasik ( Davranışsal ) Yaklaşım |
Hawthorne
Araştırmaları |
X
ve Y Teorileri |
|
C.
Argyrs Modeli |
|
Maslow |
|
1950
- 1970 Modern Yaklaşım |
Sistem
yaklaşımı |
İstisnalarla
Yönetim |
|
Amaçlara
Göre Yönetim |
|
Durumsallık
Yaklaşımı |
|
Stratejik
Yönetim Yaklaşımı |
|
1970
'den Günümüze (Post Modern Yaklaşım) |
Toplam
Kalite Yönetimi |
Yalın
Yönetim |
|
Değişim
Mühendisliği |
Klasik yönetim yaklaşımı Sanayi Devrimiyle el ve kas gücünden makine gücüne geçilmiş olmasına ve üretim tekniklerinde sağlanan olanaklara rağmen, gelişmelerin somut verimlilik artışına dönüştürülemediği bir dönemin ürünü olarak nitelendirilmektedir. Burada F.W.Taylor, Henri Fayol, Max Weber, Luther Gulick gibi klasik yönetim kuramcılarının en belirgin ortak özelliğinin; insan çabasını planlayıp tekdüzeleştirerek ve geliştirerek en az girdiyle, en çok çıktıyı sağlamak olduğu gösterilmektedir(Fişek, 2011:170).
Kapalı sistem yaklaşımıyla yalnız örgüt içi iletişimin nasıl sağlanacağı üzerinde duran ve insanı ikinci plana atan klasik yönetim kuramının hareket noktası olarak akılcılığı ve mekanik süreçleri ele aldığı ve insan boyutunu tamamen göz ardı edip uyguladığı dikey hiyerarşide, iş görene hiçbir inisiyatif hakkı tanımayarak otoriter, merkeziyetçi ve yazılı kurallara dayanan bir ilişkiler sistemi üzerine kurulduğu görülmektedir.
Yaklaşımın insanı psikolojik ve sosyal yanları da olan bir varlık olmaktan çıkarıp, iş görenleri vasat, bencil ve sorumluluktan kaçan kişiler olarak düşündüğü ve sürekli kontrol altında tutmak istediği, bunun da işin görüldüğü örgütsel yapının tüm sınırlarının açıkça belirlenerek, çalışan davranışlarının tümüyle kurallara bağlanmasına neden olduğu belirtilmektedir (Çetintaş, 2016:4).
Yüksek verimlilik sağlayacak bir örgüt yapısı bulmak üzerine yoğunlaşan klasik kuramcıların, örgütlerin toplumsal ya da beşeri yönlerini yok sayarak;
· Emredici liderlik
· Otoriter denetim ve gözetim
· Kuramsal Yapı gibi niteliklerle ifade edilebilecek “biçimsel örgüt”ü vurguladıkları görülmektedir.
Tamamen rasyonellik üzerine kurulmuş olan klasik kuramda; yönetimde, makine-insan ilişkilerinde ve işlerin dizayn ve birleştirilmesinde ilkelerin amaçladığı rasyonelliğin sağlanabilmesi ve bilimsel kriterlere dayalı etkin ve verimli bir düzenin oluşturulabilmesi için bütün tedbirlerin alınması gerektiği bir zorunluluk olarak kabul edilmektedir. Bu amaçla yönetsel ve organizasyonel faaliyetler konusundaki kurallar yönetime rehberlik eder. Rasyonellik ilkesi burada en basit biçimiyle; olası görülen en az emek ve gider ile amaca ulaşmak olarak tanımlanır ve ancak verimlilik, ekonomiklik, karlılık kavramları ile birlikte ele alındığında anlam kazanacağı söylenir. Klasik teoride rasyonellik bu üç kavramı da(verimlilik, ekonomiklik, karlılık) içine alan pür mutlak rasyonelliktir (Arslan, 2014).
Klasik teoride örgütler; kuralları önceden belirlenmiş birer makine olarak görülmüş, örgüt içinde ki iş görenler de bu makinenin belirli standartlara sahipbirer parçası olarak kabul edilmiştir denilmektedir. Bu teoride insan dışındaki tüm faktörler dikkate alınarak "Maddi faktörler düzenlendikten sonra insanın öngörülen doğrultuda ne şekilde davranacağı-davranması gerektiği varsayılmıştır” (Baransel, 1973:8).
Temelleri 19.yy da atılan ve kendinden sonraki yönetim yaklaşımlarına da temel teşkil eden klasik yönetim yaklaşımında üst düzey yönetimin; yapılacak analizlerle yönetim fonksiyonlarının belirlenmesi ve yüksek verimlilik sağlanması üzerinde durduğu ve kişilerden çok mevkilere önem verdiği görülmektedir.
Klasik yönetim kuramı altında üç temel yaklaşım bulunmaktadır.
1. Öncülüğünü Frederick TAYLOR’ın yaptığı Bilimsel Yönetim Yaklaşımı
2. Henry FAYOL’un Yönetim Süreci Yaklaşımı
3. Max WEBER’in Bürokrasi Yaklaşımı
“Kesin bilimsel bilgi ve yöntemler, er geç her yerde, el yordamıyla hareket etmenin yerini alacaktır.” Frederick W. Taylor (Dale, 1999:63).
Bilimsel Yönetim kuramı makineleşmenin, iş kollarının, fabrikaların, imalathanelerin gittikçe arttığı ve buna karşılık ihtiyaç duyulan nitelikli işçi sayısının yeteri kadar olmadığı 20.yy başlarında, iyi bir etüt ile önce bir işi görmenin en iyi yolunun bulunmasını, sonra standart bir iş bitirme süresi belirleyerek iş görenin bu süre içerisinde ulaşabileceği en yüksek verime ulaşmasını hedefleyen, bunun karşılığında da iş görene parça başı ücretlendirme ile daha çok kazanç-daha yüksek refah vaat eden bir yönetim biçimi olarak F.W. Taylor tarafından ortaya atılmıştır (Fişek, 2010: 68).
Aynı zamanda yönetim biliminin de kurucusu olarak kabul edilen F.W.Taylor’ın 1856 yılında varlıklı ve eğitimli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldiği ve meslek yaşamına 1870 yılında Philadelphia’daki küçük bir makine yapım atölyesinde çırak olarak başladığı bilinmektedir. Eğitimli ve ekonomik düzeyi yüksek bir ailenin çocuğu olmasına karşın, çalışma şartları oldukça zor bir yapım atölyesinde çırak olarak işe başlaması; Taylor’ın mesleğe tesadüfen değil, bilinçli olarak atıldığının işareti sayılmaktadır (Akt. Özer, 2014). İş yaşamı boyunca çalıştığı işletmelerde her kademede görev yapan ve aynı zamanda mühendis de olan Taylor o dönem; üretilen çıktının mümkün olanın ancak üçte birine ulaştığını ve buradaki asıl sorunun: kimsenin, bir kişiden ne kadar iş beklemenin akla uygun olacağını bilmemesinden kaynaklandığını söylemektedir (Dale, 1999:66).
Taylor geliştirdiği bilimsel yönetim ilkeleri ile Newtoncu dünya görüşünün evreni bir makine olarak anlayan tezini, örgüt ve yönetime mükemmel bir şekilde uyarlamıştır. Newton' un mekanikçi fiziğinde her bir atom, zaman ve mekan içinde diğerlerinden yalıtılmıştır. Her bir atomun kesin ve içine nüfuz edilemeyen sınırları vardır ve atomların hareketlerine fizik yasaları hükmeder. Bilimsel Yönetimin/Taylorizm’in düşünce sisteminin özünde de tıpkı buradaki gibi insanların verimli makineler olarak programlanabileceği görüşünün olduğu söylenebilir(Fırat, 2006:) Taylor’ın bilimsel yönetimle hedeflediği; mümkün olduğunca her işçiye ayrı bir görev verilmesi ve iş görenin hiçbir şekilde inisiyatif kullanmayıp, yöneticiler tarafından belirlenen kurallar(yasalar) çerçevesinde yalnızca görevini yaparak maksimum verimliliğe ulaşmasıdır(Taylor, 2016).
“Genç ve ihtiraslı Taylor, ustabaşı olarak, doğallıkla adamlarının mümkün olduğu kadar çok üretim yapmalarını istiyor ama onları çalıştırmanın zor olacağını da biliyordu. Daha fazla çalışırlarsa kazanacakları hiçbir şeyleri yoktu ve geçinmelerine yetecek kadar az çalışmaları yaygın bir durumdu. Taylor bile onların durumuna sempati ile yaklaşıyordu: Gündelikçi olarak çalışırken kendisi de aynısını yapmıştı. Taylor sonraları şöyle yazıyordu: “Doğal eğilimleriyle enerjik bir adam birkaç gün tembel birisiyle yan yana çalıştığı zaman şöyle bir mantığın ortaya çıkması kaçınılmazdır: Tembel herif ancak benim yarım kadar çalışıp, benimle aynı parayı alırsa niçin çok çalışayım ki (Dale, 1999:64)?”
(Bu mantığın günümüz çalışma hayatında hala hüküm sürdüğü ve verimsizliğin temel nedenlerinden biri olduğu söylenebilir).
Bilimsel Yönetim Teorisiyle Örgütleri birer makine, iş göreni de bu makinenin gerektiği zaman uzman yöneticiler tarafından eklenen, çıkartılan, eskidiğinde yenisiyle değiştirilebilen birer parçası olarak gören Taylor,1911 yılında yayınladığı “Bilimsel Yönetimin İlkeleri” kitabında “Geçmişte insan önce gelirdi, gelecekte sistem önce gelmelidir. Ve herhangi bir sistemin ilk hedefi birinci sınıf insan yetiştirmek olmalıdır.” Diyerek kurduğu bilimsel yönetim yaklaşımının insana ve sisteme bakış açısını da gözler önüne sermektedir (Taylor, 2016: 12-13).
Taylor’ın bilimsel yönetimin bir nev’i anayasası olarak da kabul edebilecek olan Bilimsel Yönetim İlkeleri kitabına, Başkan Roosevelt’in Beyaz Saray’da valilere hitaben yaptığı konuşmanın milli verimlilikten bahseden bölümüyle başladığı ve hemen akabinde şöyle bir yorumda bulunduğu görülmektedir:
“Maddi kaynakların tükenişini görüp hissedebiliriz. Fakat insanların beceriksiz, verimsiz, yanlış yönlendirilmiş hareketleri arkalarında gözle görülen veya hissedilen hiçbir şey bırakmazlar. Bunların kıymetinin takdiri düşünsel bir çaba ve hafızanın biraz zorlanmasını gerektirir. Bu yüzden günlük verimlilik kaybımız maddi kaynak kayıplarına kıyasla daha fazla olmakla birlikte, biri pek umursanmazken diğeri hepimizi fazlaca telaşlandırmaktadır (Taylor, 2016: 12 )”
Taylor’ın bu ifadesinden, milli kaynak denilince akla yalnızca ormanların, su kaynaklarının, madenlerin, toprağın değil; aynı zamanda verimin de gelmesi olduğu ve bunun beşeri kaynakların tükenmesinden daha çok dert edilmesi gerektiği anlaşılmaktadır. Taylor bu bağlamda milli verimliliğin ve dolayısıyla milli refahın artması için beşeri kaynak israfının önüne geçilmeye çalışıldığı kadar, üretimdeki zaman ve insan israfının da önüne geçilmeye çalışılması gerektiğini vurgulamış ve bunun için öncelikle yapılması gerekenin de iş görenin inisiyatifine ve gayretine terk edilmiş gayret-mükâfat temelli eski plandan kurtulup,yerine kesin öncelikli ilkeler ve net felsefe temelli bilimsel yönetim yaklaşımının uygulamaya konulması olduğunu söylemiştir. Katı ve dikey bir hiyerarşi ile neyin, nasıl ve tam olarak ne kadar sürede yapılması gerektiğinin yönetimce belirleneceği bu yaklaşımda iş görenin temel hedefi; hiçbir inisiyatif kullanmadan kendisine verilen talimatlar doğrultusunda maksimum verimle çalışmak ve maksimum refaha ulaşmak olmalıdır(Taylor, 2016).
Taylor bilimsel yönetimin temel hedefini ise; iş görenin işletmeye üst düzey verim sağlaması, buna karşılık daha fazla ücret alıp refah seviyesini daha yukarı çıkarması, iş görenin refah seviyesi arttıkça işverenin refah seviyesinin artması ve bunun doğal bir sonucu olarak da milli verimlilik ve milli refah artışının sağlanması olarak belirtmiştir. Bu durum Bilimsel Yönetim İlkeleri kitabında “Maksimum refaha ancak maksimum verimlilik ile ulaşılabilir. ”cümlesiyle ifade edilmiştir (Taylor, 2016: 16-17).
Burada son olarak bilimsel Yönetim veya Taylorizm olarak adlandırılan teorinin ilkelerini özetleyecek olursak (Sarpkaya, 2008:142):
· Her iş bilimsel gözlem ve deneylerle incelenerek parçalara ayrılmalı, kullanılacak araç gerecin nasıl kullanılacağı belirlenmeli ve iş standartlaştırılmalıdır.
· İşe alınacak kişiler işin özelliklerine ve belirlenen standartlara göre bilimsel yöntemlerle seçilmelidir.
· İşe alınan kişiler işi en iyi yapabilecekleri şekilde eğitilmelidir.
· En yüksek verimle işin yapılabileceği en kısa süre belirlenmelidir.
· Tüm iş görenlere sabit bir ücret yerine, üretim miktarına göre parça başı ödeme yapılmalıdır.
· İşin planlama ve uygulama kısımları birbirinden ayrılmalı ve planlayıcılar işin yapılma kısmında yer almamalıdır diyebiliriz.
Taylorizmin eğitim sisteminde okulları makine, öğrenciyi hammadde, öğretmeni iş gören ve okul yöneticisini de bir verim uzmanı olarak gördüğü belirtilmektedir. Taylor’ın sisteminde önemli olanın toplam çıktı, yani maksimum verim olduğu göz önüne alındığında, bugün her ilde bir üniversitesi ilkesiyle nitelik önemsenmeksizin daha fazla öğrenci mezun etme ve daha fazla yayın yapma gibi durumlarla karşılaşılabilmektedir.
Ayrıca Taylor’ın tüm dış etmenlerden soyutlanmış kapalı çevre örgüt yaklaşımı, öğretmenlerin yalnızca kuruma dâhil yöneticiler ve denetmenlerce değerlendirilmesi ve en önemli dış paydaş olan velilerin, çocuklarının eğitiminden sorumlu kişileri değerlendirememesinde açıkca görülebilmektedir.
Taylorizmde üst yönetici tarafından bir makine olarak kabul edilen örgütün, herhangi bir parçasının gerekli görüldüğünde yerinin değiştirilmesi ya da tamamen yenisiyle değiştirilmesi, eğitim sistemimizde de zaman zaman sosyal ve psikolojik anlamda getireceği sonuçlar göz önüne alınmadan öğretmenlerin istekleri dışında yerlerinin değiştirilmesinde(sürgün) karşımıza çıkabilmektedir.
Bilimsel yaklaşımın parça başına ücret anlayışını da eğitim örgütlerindeki ek ders ücreti uygulamasında görmemiz mümkündür. Gerek öğretmenlere gerekse üniversitelerdeki öğretim elemanlarına doyurucu bir ücret ödemesinin yapılmaması, eğitimcilerin daha fazla ders almak istemesine, bu da yarattığı yorgunluk ve stresten dolayı meslekleri ile ilgili başka alanlara zaman ayıramamalarına yol açmaktadır. Hatta bu durum kimi zaman üst yöneticiye yakın olma, meslektaşlar arası gereksiz bir yarış ve sürtüşmeye girme gibi olumsuz sonuçlarda doğurabilmektedir(Fırat, 2006: 40-51).
SONUÇ
Eski yönetim sistemlerinde insanlar büyük gruplar halinde hareket ederken, bilimsel yönetim ile toplam iş daha küçük parçalara bölünerek daha dikkatli ve sistemli bir örgütlenme sağlanmıştır. Burada her parça için, işe uygun bir ya da birkaç iş gören seçilmiş ve bu iş görenler gerektiğinde yapacakları işle ilgili özel olarak eğitilmiştir. Bilimsel Yönetim Teorisine göre herkes sorumlu olduğu işi yaptığında, toplam iş de yapılmış olacaktır. Yalnızca işletmelerde değil, kar amacı gütmeyen kuruluşlarda da uygulamalarına rastladığımız teorinin ilkeleri, yayınlandığı günden bu yana çok konuşulmuş ve çok tartışılmış olmasıyla birlikte hiçbir zaman bütünüyle rafa kaldırılmamıştır. Pek çok sosyal, moral ve psikolojik sakıncaları bulunan Bilimsel Yönetim Kuramına getirilen en büyük eleştirinin; yönetim anlayışının insancıl olmaması ve iş görenin fikir gücünü tamamen yok ederek vasıflı işgücünü ortadan kaldırması olduğu söylenebilir (Asunakutlu ve Coşkun, 2005).
Taylor’ın iş yerlerini; iş görenlerin sahip olması gereken tek niteliğin “itaat” olduğu ve işçinin vücut hareketlerine kadar tüm aktivitelerinin talimatnameler ile üst yönetici tarafından belirlendiği bir şekilde organize etmesi de oldukça dikkat çekici bir noktadır. Kuramın burada yaratıcılık, inisiyatif, yenilikçilik gibi tüm düşünsel özellikleri yönetim uzmanı denilen küçük bir grubun eline vermesi akla ister istemez anti demokratik ve totaliter bir yönetim biçimini getirmektedir (Asunakutlu ve Coşkun, 2005: 171).
Tüm bu eleştirilere karşın Taylor’ın yönetim alanında ortaya koyduğu düşünceler örgütlerde sistemli ve verimli üretim yapmak için önemli bir altyapı oluşturmuştur. Bu yüzden Taylor kimi kesimler tarafından çok büyük eleştirilere maruz kalsa da, bir kesim tarafından 20.yy ın en önemli şahsiyetlerinden biri olarak nitelendirilmiştir.
Taylor’ın bakıldığında bugün kar amacı güden ya da gütmeyen her türlü örgüt tarafından önemini koruyan iki temel ilkesi bulunmaktadır:
· Verimliliğe odaklanmak,
· İşçi ile işverenin çıkarlarını özdeşleştirmek.
Yönetim ve örgütsel verimlilik açısından Bilimsel Yönetim Kuramı değerlendirilirken; gerek içinde bulunulan dönem, gerekse toplumsal ve kültürel yapı gibi faktörler göz önünde bulundurulduğunda; kurama farklı dönemlerde farklı bakış açılarının olması da doğal karşılanabilecek bir sonuçtur.
Taylor’ın gerek bugün ki modern yönetim kuramlarının temelinde yer alan konulara yönelik yaptığı vurgular, gerekse uzmanlaşma ve verimlilik düşüncelerine yaptığı katkılardan dolayı adı hala anılmakta ve “Bilimsel Yönetim İlkeleri” kısmen de olsa bugün bile kullanılmaktadır.
Kaynakça
Arslan, M. (2014). Yönetim ve Organizasyon, 27-30. Birecik Meslek Yüksek Okulu, Harran Üniversitesi.
Asunakutlu, T., & Coşgun, B. (2005). F.W.Taylor ve Fizyolojik Örgüt Kuramı. Sosyal Ekonomik Araştırmalar Dergisi, 5(10), 158.
Baransel, A. (1979). Çağdaş Yönetim Düşüncesinin Evrimi-Klasik ve Neo-Klasik Yönetim Teorileri (Cilt 1). İstanbul: İstanbul Üniversitesi.
Başaran, İ. E. (2000). Yönetim. Ankara: Umut Yayın Dağıtım.
Çetintaş, H. (2016). Yönetim Yaklaşımlarında Örgütsel İletişim Olgusunun Değerlendirilmesi. e-GİFDER(1), 179.
Dale, E. (1999). Yönetim Teorileri. (O. AKINHAY, Çev.) Ankara: Öteki Yayınları.
Ertürk, M. (1998). İşletmelerde Yönetim ve Organizasyon. İstanbul: Beta Yayınları.
Fırat, N. Ş. (2006). Pozitivist Yaklaşımın Eğitim Yönetimi Alanına Yansıması, Alana Getirdiği Katkı ve Sınırlılıkları. Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Dergisi(20), 42-43.
Fişek, K. (2010). Yönetim. Ankara: Kilit Yayınları.
Koçel, T. (1998). İşletme Yöneticiliği. İstanbul: Beta Yayınları.
Özer, A. (2014). Frederick Taylor'ın Görüşlerini 21. Yüzyıl Yönetim Mantığı ile Yeniden Okumak. Verimlilik Dergisi(2), 41-72.
Sarpkaya, P. (2008). Yönetim Kuramları ve Eğitime Yansıması. R. Sarpkaya içinde, Türk Eğitim Sistemi ve Okul Yönetimi (s. 135-146). Ankara: Anı Yayıncılık.
Taylor, F. W. (2016). Bilimsel Yönetimim İlkeleri. (H. AKIN, Çev.) Ankara: Adres Yayınları.
Tümer, Sumru. (1993). Neden Stratejik Yönetim. Verimlilik Dergisi(1), 100.
Yozgat, O. (1989). İşletme Yönetimi. İstanbul: Nihad Sayar Yayın ve Yardım Vakfı.