PARKİNSON YASASI
Araştırmalar, bir görev söz
konusu olduğunda insanların öncelikle “Bu işi tamamlamak için ne kadar süreye
ihtiyacım var?” yerine, “Bunu tamamlamak için ne kadar zamanım var?” diye
düşünme eğilimi gösterdiklerini ortaya koymuştur. Bu düşünme şekli insanların
zamanı verimsiz kullanmalarına yol açmaktadır.
Öncelikle yapılması gereken bir
işi tamamlamak için gerçekçi bir şekilde ihtiyaç duyulan zamanı belirlemektir.
Kendinize bu görevi tamamlamak için ne kadar zamanınız olduğunu sormayın. Bunun
yerine bu işi gerçekten ne kadar sürede bitirebilirim diye sorun ve görevi bu
süre zarfında tamamlamak için elinizden geleni yapın.
Bunu yapabilmek için suni zaman
kısıtlamalarından yararlanabilirsiniz. Araştırmalar suni zaman kısıtlamalarının
verimliliği artırdığını ortaya koymuştur. Kısa zamanlı görevler için belli bir
süre (örneğin x işini 45 dakika içinde tamamlama gibi) belirlerken uzun süreli
görevler için tamamlanma tarihi belirleyebilirsiniz.
Buraya kadar verilmiş olan örnekler zamanla ilgili olmakla beraber aslında Parkinson Yasası para ve çaba için de geçerlidir. (Örneğin; gelir arttığı oranda harcamalar, cihazların kaydetme kapasitesi arttıkça sakladığımız veri, ev büyüdükçe eşyalar vb. artar.) Bu tuzaktan kurtulmak için yapılması gereken ilk şey kendinize harcayacağınız kaynakların sonucunda kazanmayı hedeflediğiniz faydaların doğru dengede olup olmadığını sormaktır.
Parkinson yasasını hesaba katarken hatırlamanız gereken en önemli şey, bir işe ne kadar zaman (veya diğer kaynaklar) ayıracağınızı belirlerken, işin kalitesinden ödün vermenize ve aynı zamanda gereksiz zaman harcamanıza neden olmayacak dengeyi korumaktır. Bu nedenle çalışmayı alt bölümlere bölün ve bunu tamamlamak için mutlaka bir zaman çizelgesi oluşturun.
Yeteneksizliğin evrensel olduğunu
savunur. Herkes ve her örgüt kendi yeteneksizlik düzeyine erişecektir. Eğer
kişi bir çekiş gücüne sahipse, yeteneksizlerin organizasyonu
doldurma süresi çok daha hızlanacaktır. Teori bizim her zaman başarılı
olduğumuz bir konuda çalışmamızı öğütler; en yüksekte değil.
• İşi, yetmezlik düzeyine henüz ulaşmayanlar çıkarabilir.
• “Baştan savma terfi” uygulamaları: Çalışanlar, bazen ayak altında dolaşmasınlar diye üst kademeler e atanırlar.
• Çekiş gücü (Fişek): Bir memurun, hiyerarşinin daha üst basamaklarındaki bir kişiyle akrabalık,evlilik ya da tanışlık yoluyla ilişki kurarak üst kademelere yükselmesidir.
Yeterince süre olduğu ve
yeterince hiyerarşik basamak bulunduğu sürece her çalışan kendi yeteneksizlik
düzeyine ulaşır ve orada kalır. Dolayısı ile her görev onu gerçekleştiren
yeteneksiz insanlar ile doldurulma eğilimindedir.
Ne yazık ki insanlar kendilerinin
yeteneksiz olduklarının farkına varmazlar ve problemi hep kendileri dışında
ararlar. Onlara göre kendileri dışındaki herkes yeteneksizdir. Ancak yan masada
çalışan arkadaşı da onun yeteneksiz olduğunu düşünmektedir. Bu anlattığım ilke
pek çoğunuza tanıdık geliyor değil mi?
Hepimiz çalıştığımız organizasyonlarda yüksek konumlarda olmasına
karşın, çoğunlukla iyi niyetli lakin kifayetsiz ve yeteneksiz olduğunu
düşündüğümüz kişilere rastlıyoruz. Hiyerarşik her türlü yapıda bir çok insan,
yeteneklerinin yetmediği pozisyonlara kadar hızla yükseliyor, sonra başarısız
oldukları noktada takılıp kalıyorlar.
Mevcut pozisyonu kaybetmemek için dar bir alanda yoğun şekilde
uzmanlaşmaya, en ilgisiz işlerle uğraşmaya ve maalesef somut sonuçlar yerine
görüntü üretmeye odaklanıyorlar.
Kağıtlara delicesine tutkunlar, iş çıkarmaya çalışanlara da tahammül
gösteremiyorlar.
Yani hiyerarşik bir oluşumdaki her bir kişi, eninde sonunda artık yetemediği bir seviyede çalışmaya başlar. Peter prensibinin öngörüsü, hiyerarşideki tüm kademelerin bir noktada başarısız çalışanlar tarafından doldurulacağıdır.