24 Şubat 2017 Cuma

DUYMADIĞINIZ SESLERİ ALKIŞLAMAYIN


SORDUM SARI ÇİÇEĞE, SEN BENİ BİLİR MİSİN?

Benim küçücük, böcücük sarı çiçeğimdi, her gün üç posta kokladım, ne kadar güzel olduğundan bahsettim; yanına her oturuşumda onu çok sevdiğimi söyledim.
O küçücük çiçek yeni sürgünler verdi, yeni yeni çiçekler açtı, yaprakları minicik saksısına dolup taştı, daha da bir parlaklaştı, odama mis gibi kokular saçtı.
O bana hayatta ki besin değeri en yüksek gıdanın sevgi olduğunu gösterdi;
Ben ona hayatın sevgiden -sevmekten ve sevilmekten- yoksun, yani yoksul insanlarla dolup taştığını anlattım.
Konuyu kapattı!
---------- 0 ----------
KAĞIT EV

Carlos María Domínguez'in muhteşem kitabı.
O da tıpkı çiçeğim gibi küçücük, topu topu 89 sayfacık. Ama gel gör ki 89 sayfayı 89 kez okumak isteyince; 89×89=7921 sayfalık devasa bir kitap okumuş oluyor insan.
Kitabın arka kapağından: "Kitaplara, okumaya ve aşka dair bir kitap; kalın ciltlerin arasında saklanacak bir mücevher, mutlu azınlığa"yazılmış.
-1998 ilkbaharında Bluma Lennon, Soha'daki bir kitapçıdan Emili DİCKİNSON'un Şiirleri'nin eski bir baskısını aldı ve ilk köşe başında, tam da ikinci şiiri okumaya başladığında, bir arabanın altında kaldı.
Kitaplar insanların kaderlerini değiştirir. Mesela; kimileri "Malezya Kaplanı"nı okuyup uzak diyarlarda ki üniversitelerde edebiyat profesörü oldu, Siddhartha'yı okuyan binlerce genç Hinduizm'e merak saldı, Hemingway insanları sporcu yaptı, Dumas kitaplarıyla binlerce kadının hayatını alt üst ettiyse de, neyse ki yemek kitapları sayesinde intihardan kurtulanların sayısı azımsanamayacak kadar çoktu :)
Bluma'nın cenazesi Cambridge Üniversitesindeki pek çok önemli ismi bir araya getirdi ve törende Prof.Dr. Robert LAUREL O'ndan övgü dolu sözlerle bahsetti. Özellikle Latin Amerika Edebiyatına katkılarının asla tartışma götürmeyeceği gerçeğine yaptığı vurgunun ardından konuşmasını şu cümleyle bitirdi:
-"Bluma; onu hayattan alıp götürecek olanın, yine bu olacağını bilmeden, tüm hayatını edebiyata adadı."
Bunun üstüne Laurel'i tüm töreni "Edeb-i Kelamlılık" ederek mahvetmekle suçlayan John Bernon O'na şu cevabı verdi:
-"O'nu bir araba öldürdü; şiir ya da edebiyat değil"
-"Hiç bir şey temsilinin dışında vuku bulmaz." diye itiraz etti Bernon'un bu sözüne iki genç ve "Herkes istediği temsili seçme hakkına sahiptir." dedi bir diğeri.
Tüm bu tartışmalara şahitlik eden yaşlı bir adam da:
 -"Ve de kötü edebiyat yapma hakkına...Pekala!" diyerek ekledi.
--------- 0 ---------

ÜSLUB-U BEYAN, AYNIYLE İNSAN
Rahmetli dedem şöyle söylerdi: -"Kızım, bir insanın ifade tarzı kendisini anlatır. Allah sana uzun ömür versin, yaşadıkça göreceksin ki, insan ne ile doluysa onu boşaltır. Ne ise, öyle konuşur." (Toprağı bol, mekanı Cennet olsun)
Yaşadıkça gördüm ki; insanın üslubu, tavrı, tarzı, özü, sözü...bunların hepsi hayatta ki parmak izleridir ve eşsizdir. Bu izler ki; insanın kişiliğini anlatır, karakterini tanımlar, değişmez, değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez.
Kimse kaktüs fidesinin gonca güller açması beklemez, ya da bir gül dalından hercai menekşeler çıkmasını umut etmez, edemez.
Konuşma'daki üslup konuşulandan,
Yazı'daki üslup yazılandan,
Sanat'daki üslup sanata konu olandan
...
daha önemlidir ki; hem muhataba biçilen değeri, hem de mütekellimin gönül ve zihin dünyasının kıymeti harbiyesini gösterir.
---------- 0 ----------
İNSAN DİLİNİN ALTINDA GİZLİDİR
İnsanın; 
Cisminin güzelliği yüzünde, yüzünün güzelliği gözünde aşikar olur.
Özünün güzelliği sözünde, sözünün güzelliği, yüksekliği, derinliği ise maksadında ve makamında aşikardır.
İnsanoğlu dilinin altında gizlidir.
"Şu dil ki can kapısının perdesidir.
 Yel perdeyi kaldırdı mı, evin içinde ne var aşikar olur.
 O evde inci mi var, buğday mı,
 Evin içinde altın hazineleri mi saklı yoksa yılanlar, akrepler mi gizli?"
---------- 0 ----------
FOLLOW ve FOLLOWERS UĞRUNA
Ünlü virtüöz, piyanosunun başına oturmuş ve salonu hıncahınç dolduran  seyircilerin önünde konserine başlamıştı. Ancak tuşlara basıp çalıyor görünmesine rağmen, telleri önceden sıkılmış olan piyonadan hiçbir ses çıkmıyordu. Dinleyiciler birbirlerine göz ucuyla bakarak ne yapmaları gerektiğini araştırıyorlar fakat nedense hiç kimse tepki göstermiyordu. İki saat süren sessiz konserden sonra ünlü virtüöz oturduğu yerden kalkarak büyük bir ciddiyetle seyircileri selamladı. Salon kesintisiz ve yüksek alkış sesleriyle çınlıyordu. İngiltere'de yaşanan bu olaydan sonra piyanist , kendisiyle röportaj yapan televizyon spikerine:
- "İnsanlardaki tepkisizliğin nereye kadar varabileceğini öğrenmek istedim." der ve ekler;
- "Meğer sınırı yokmuş!?.."