28 Aralık 2016 Çarşamba

SUS VE DİNLE...

Hamuş dermiş Mevlana kendine
Hamuş, yani suskun...

Düşündüm!
Bir şairin,
Hem de namı dünyayı sarmış bir şairin,
Yani işi gücü, varlığı, kimliği ve hatta soluduğu hava bile kelimelerden müteşekkil, elli binden fazla dizeye imza atmış bir insanın nasıl olup da kendine suskun adını verdiğini..?

Sonra sustum!
Ve gördüm ki tüm kainatın tıpkı bizimki gibi nazenin bir kalbi ve düzenli bir kalp atışı var.
Nereye gidersem gideyim o sesi dinledim.
Her bir insanı Yaradan'ın emaneti saklı bir cevher addedip, anlattıklarına kulak kesildim.

Dinlemeyi sevdim; cümleleri, kelimeleri ve harfleri...
Dilim lal oldu, kalemlerin ucu kör...
Kırk fırın ekmek yemeye yolladım da kendimi; insanlar tanıdım, hikayeler topladım...
Üzerinden baharlar, üzerinden aylar geçti; fırınlarda ekmek kalmadı lakin, ben hala ham, hala aşkta bir çocuk gibi toydum...

Mesneviyi şerh edenlerin çoğu bilir ki, bu ölümsüz eser "B" harfiyle başlar. Yani "Bişrev!"
Yani "Dinle!"
Tesadüf mü dedim kendime:
Kendine "Suskun" diyen bir şairin en büyük eserine "Dinle!" diye başlaması?
Yoksa insan suskunluğu ve sessizliği dinleyerek mi aşk deryasına dalmalı..?

Biz dile, söze bakmayız!
Gönle, hale bakarız.
Edep bilenler başkadır,
Canı, ruhu yanmış aşıklar başka.
Aşk şeriatı bütün dinlerden ayrıdır,
Aşıkların şeriatı da Hakk'tır, mezhebi de.
(Mesnevi II.Cilt)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder