20 Ekim 2017 Cuma

KARANLIKTAN SONRA-HARUKI MURAKAMI


ÜÇ KARDEŞİN HİKAYESİ

Genç adam, kızın söylediği şeyle ilgili 
olarak bir süre düşüncelere dalıyor. 
Sonra konuşuyor:
"Acaba neden hepimiz ayrı ayrı 
yaşamlar sürüyoruz? Demek istediğim, sözgelimi sizin durumunuzda, 
aynı ebeveynden doğmuş, 
aynı evde büyümüşsünüz, 
ikiniz de kız çocuğusunuz, 
buna rağmen neden bu kadar farklı karakterlere sahipsiniz acaba? 
Yol ayrımı nerede başlıyor? 
.........
Benim kardeşim yok. 
Nasıl olduğunu merak ettim sadece. Kardeşler ne kadar birbirine benzer, 
hangi noktadan sonra farklılık 
gösterirler, diye.” Mari susuyor. 
Genç adam, bıçak ve çatal elinde, 
bir şeyler düşünerek masanın 
üzerindeki boşluğa bakıyor.

Sonra şöyle diyor: 
“Denize düşen üç kardeşin bir Hawaii adasına sürüklendiği bir hikâye okumuştum. 
Bir söylence aslında, eski zamanlardan. Çocuktum okuduğumda, detayları tam 
olarak hatırlayamasam da şöyle bir şeydi: 
Üç erkek kardeş tekneyle balığa çıkıyor, fırtınaya yakalanıp sürükleniyorlar, 
tekneleri batınca uzun bir süre denizde 
yüzüp sonunda ıssız bir sahile varıyorlar. Burası çok güzel bir ada, hindistancevizi ağaçlarının, bolca meyvenin yetiştiği, ortasında yüksek bir dağın olduğu bir yer. 

O gece, Tanrı üçünün de rüyasına girip 
şöyle diyor: 
Sahilin az ilerisinde, üç iri, yuvarlak kaya parçası bulacaksınız. O üç kaya parçasını istediğiniz yere kadar yuvarlayarak götürün. Artık kayayı daha fazla itemediğiniz yer, 
her birinizin yaşaması gereken yer olacak. 
Ne kadar yükseğe çıkarsanız dünyayı da 
o kadar fazla görebileceksiniz. 
Ne kadar gideceğiniz size kalmış.”

Genç adam anlatmasına ara verip su içiyor. Mari, suratında ilgi göstermiyormuş gibi 
bir ifade olsa da, dikkatlice dinliyor.
“Buraya kadarı anlaşıldı mı?”
Mari başım hafifçe öne doğru eğerek 
onu onaylıyor. 
“Devamını dinlemek istiyor musun? 
İlgini çekmediyse burada kesebilirim.”
“Uzun değilse devam et.”
Pek uzun değil. Oldukça da basit bir hikâye.”
Genç adam sudan bir yudum daha içtikten sonra anlatmaya devam ediyor:

"Tanrı'nın dediği gibi, üç kardeş sahilde 
üç iri kaya parçası buluyorlar. Sonra da 
onlara dendiği gibi, o kayaları yuvarlıyorlar. Çok iri, ağır kayalar bunlar, yuvarlaması güç, tepeye doğru itmek de fazlasıyla yorucu. 
En küçük kardeş ilk seslenen oluyor: ‘Abilerim, bana bu kadarı yeter. 
Burası sahile de yakın, hem balık da avlanabilir. Rahatça yaşarım burada. 
Dünyayı o kadar fazla görmesem de olur.’ 

Daha büyük iki kardeş ilerlemeye devam ediyorlar. Ancak dağın yarısına geldiklerinde, ortanca kardeş sesleniyor bu kez: 
'Abicim, bana bu kadarı yeter. 
Burada bolca meyve yetişiyor, rahatça bir yaşam sürebilirim. Dünyayı o kadar fazla görmesem de olur.' En büyük kardeş 
dağa tırmanmaya devam ediyor. 

Yol giderek daralıp dikleşiyor ama o vazgeçmiyor. Sabırlı biri ve dünyayı da olabildiğince ötelere dek görmek istiyor. 
Gücü yettiğince kaya parçasını itiyor. 
Aylar boyu neredeyse hiçbir şey yemeden 
ve içmeden itiyor ve sonunda o kaya parçasını dağın tepesine taşımayı başarıyor. Sonra zirvede durup dünyaya bakıyor. 
Şimdi dünyayı herkesten daha fazla görebiliyor. Orası onun yaşadığı yer oluyor. Ancak orada ne bir ot yetişiyor, 
ne bir kuş uçuyor. Susayınca buz ve çiy yalamaktan, acıkınca yosun kemirmekten başka yapabileceği bir şey yok. 
Ama pişmanlık duymuyor. 
Çünkü tüm dünyayı görebiliyor. 
Bugün bile o Hawaii adasındaki dağın tepesinde tek bir iri, yuvarlak kaya parçası durmaktaymış. Böyle bir hikâye işte.”

Sessizlik.
Mari, soruyor:
-Bu hikâyeden alınacak bir ders mi var?”

-Sanırım iki tane var. İlki derken 
bir parmağını kaldırıyor genç adam, 
"herkesin birbirinden farklı olduğu. 
Kardeş olunsa bile.
İkincisi” derken 
ikinci parmağını kaldırıyor, “bir şeyi gerçekten bilmek istiyorsan, bunun bedelini ödersin.” 
“Bana, o ilk iki kardeşin seçtiği yaşam 
tarzları daha doğru geliyor” diye düşüncesini belirtiyor Mari.
“Öyle tabii” diye onaylıyor genç adam. “Hawaii’ye kadar gidip de çiy yalayıp yosun kemirerek yaşamayı kim ister ki? 
Ama tabii ki en büyük kardeşin dünyayı olabildiğince ötelere dek görme merakı 
vardı ve bu merakını bastıramadı. 
Bunun için ödemesi gereken bedel 
ne kadar büyük olsa da.”


6 Ekim 2017 Cuma

MALTE LAURIDS BRIGGE'NİN NOTLARI-Rainer Maria RILKE

Yaşarsınız, yaşadıkça geçirdiğiniz her gün, her saat, geçtiğiniz her yol, görduğünüz her yüz bir şeyler öğretir size. Anlarsınız ama anlatamazsınız, bilirsiniz ama söyleyemezsiniz, düşünürsünüz ama sözcüklere dökemezsiniz...sonra gunlerden bir gün, tüm bunları bir kitapta buluverirsiniz; anlayıp, bilip, düşünüp de, yıllar yılı ete kemiğe büründüremediklerinizi. Sonra hiç tanımadığınız birinin, bazen yıllar, bazen yüzyıllar önce, kendi gönül deryasından alıp da, düşün imbiğinden damıttığı o birkaç ses, birkaç söz, okudukça işte bu dedirtir size.
Demem o ki: bu kitabı okurken, belki her sayfasında değil ama, mutlaka bir sayfasında hissedeceklerinizdir bunlar.
Okudukça kitabın bir cümlesini değil, her cümlesini paylaşmak istedim sizle ve mümkün olan çerçevesinde, şuracığa uzunca bir alintı iliştirdim:
--------
Görmeyi öğreniyorum. Bilmiyorum neden, her şey içimde daha derinlere işliyor, her zamankinden daha derinlere. Bir iç dünyam varmış da bilmezmişim. Her şey şimdi oraya gidiyor. Orada neler olup bittiğini bilmiyorum..
.
Bugün bir mektup yazdım, yazarken, buraya geleli henuz üç hafta oldu diye düşündüm. Baska bir yerde; diyelim kırda, köyde, üç hafta bir gün gibi geçerdi. Oysa yıllardır buradayım sanki. Mektup da yazmayacağım artık. Başkasına değiştiğimi söyleyip de ne olacak ki? Değişiyorsam eski halimde kalmıyorum demektir. Eski ben olmaktan çıkınca da belli ki tanıyanlar kalmamıştır beni. Yabancılara, beni tanımayanlara hiç yazabilir miyim?
.
Bilmem söyledim mi? Görmeyi öğreniyorum. Evet, başlıyorum. Henüz beceremiyorum. Ama elden geldiğince zamandan yararlanmak istiyorum.
.
Örneğin ne çok insan yüzu varmış da hiç farkına varmamışım. Bir sürü insan var; fakat yüzler daha fazla...çünkü her insanın yüzu birkaç tane. Ayni yüzü yıllar yılı taşıyanlar var; tabii eskir bu yüz, kirlenir, kıvrımlarından açılır, yolculukta giyilen eldivenler gibi bollaşır. Tutumlu, basit kimselerdir bu gibiler; yüzlerini değiştirmez, temizlemeye bile vermezler. Nesi varmış derler ve kim onlara bunun aksini kanıtlayabilir? Şimdi madem birçok yüzleri var, ötekileri ne yaparlar sorusu gelir akla. SAKLARLAR. Çocuklari kullansın. Ama bu yüzleri köpeklerinin de takınıp sokağa çıktıkları olur. Neden olmasın? Yüz yüzdür.
.
Başkaları, yüzlerini korkunç bir çabuklukla takar takar eskitir. Yüzler önce hiç bitmez gibi gelir onlara; fakat kırklarına yeni basmışlardır ki: sonuncu yüzdür kullandıkları. Ama tabii bir gun gelir ve başlar trajedi...yüzlerini sakınmaya, idareli kullanmaya alışmamışlardır; sonuncusunu da bir hafta da eskitip delik deşik ederler: pek çok yeri kağıt gibi incelir, giderek astar gözükür; yüz olmaktan çıkar yüzleri ve (artık ne acıdır ki) bununla dolaşırlar.

8 Eylül 2017 Cuma

SAMAN SARISI - NAZIM HİKMET

...
Ayrılık masanın üstündeydi; kahve bardağınla limonatamın arasında,
onu oraya sen koydun!
(Ayrılık) bir taş kuyunun dibindeki suydu, bakıyorum eğilip..
Bir koca kişi gülümsüyor bir buluta, belli belirsiz
sesleniyorum:
Seni yitirmiş gibi dönüyor sesimin yankıları.
Ayrılık masanın üstündeydi; cigara paketinde
gözlüklü garson getirdi onu ama, sen ısmarladın.
(Ayrılık) kıvrılan bir dumandı gözlerinin içinde senin,
cigaranın ucunda senin
ve hoşçakal demeğe hazır olan avucunda..
Ayrılık masanın üstünde dirseğini dayadığın yerdeydi,
aklından geçenlerdeydi ayrılık,
benden gizlediklerinde, 
gizleyemediklerinde,
ayrılık rahatlığındaydı senin,
senin güvenindeydi bana,
büyük korkundaydı ayrılık
birdenbire kapın açılır gibi sevdalanmak birilerine ansızın!..
Oysa beni seviyorsun ve bunun farkında değilsin;
ayrılık bunu farketmeyişindi senin.
Ayrılık kurtulmuştu yerçekiminden, ağırlığı yoktu, tüy gibiydi
diyemem
tüyün de ağırlığı var
ayrılığın ağırlığı yoktu
ama kendisi vardı..


5 Eylül 2017 Salı

GEREKLİ MALZEMELER!

1-Üretken olmanız ve yaptığınız işten zevk alabilmeniz için SAĞLIK
2-İhtiyaçlarınızı karşılaşabilmeniz ve ihtiyacı olanlara el uzatabilmeniz için VARLIK
3-Karşılaştığınız zorluklarla savaşabilmeniz ve kötüyle mücadele edebilmeniz için GÜÇ
4-Hatalarınızın farkına varabilmeniz ve yanlışlarınızı düzeltebilmeniz için ERDEM
5-Güzeli görebilmeniz ve güzellikleri çoğaltabilmeniz için YARDIMSEVERLİK
6-İnsanlara faydalı olabilmeniz ve ruhsal doygunluğa ulaşabilmeniz için SEVGİ
7-Sahip olduklarınızın farkına varabilmeniz ve başkalarının sahip olduklarına göz dikmemeniz için İNANÇ
8-Kaygılarınızın önüne geçebilmeniz ve anı tadını kaçırmadan yaşayabilmeniz için UMUT
9-Umut ettiğiniz güzellikleri ve hayalini kurduğunuz yarınları bekleyebilmeniz için ise SABIR
Dünyayı kurtaramayız belki;
ama bir üzgünü güldürebiliriz,
bir yoksulu doyurabiliriz,
bir çocuğu sevindirebiliriz,
ağlayan birinin göz yaşını silebiliriz,
sendeleyene elimizi uzatabiliriz,
düşeni kaldırmaya çalışabiliriz,
gülümseyebiliriz,
selam verebiliriz,
halini sorabiliriz,
vs vs vs
.
.
.


KÖTÜ OL DİYORLAR!


Ama biz yine de kötü olmayalım.
Sığ, zavallı, acınası olmayalım.
Kinle, nefretle, hasetle, fesatla, kıskançlıkla dolu bir yürekle değil; tevazu, hoşgörü, sevgi, saygı, iyi niyet gibi tertemiz hislerle dolu bir yürekle yaşayalım.
Yaşayalım yani; bakalım, görelim, anlayalım, hissedelim...
Kaybetmeyelim insan olan yanlarımızı;
Işığımızı, umudumuzu, aşkımızı. İzin vermeyelim karanlık dünyalarına çekip öldürmelerine, insan müsveddesi üç beş puştun.

"İnsanların insanları sevip çevresine alaka duyması ve hatta yaratılmış cümle varlığı şefkatle kucaklayabilmesi; kendini bulup kendini bilmesine bağlıdır.
Gerek dünyevi gerekse uhrevi nice problemler vardır ki sevginin ve hoşgörünün büyülü anahtarlarından başka hiçbir şeyle çözülememiştir. Bu anahtarlara sahip kişi kemale ermiş kişidir."

İyi olmakta sebat edip iyi kalmakta direnen kazanacak. Ve kazandığı bir sınav değil, bir hayat olacak. Ama kazanmamız da kedinin kazdığından daha derin bir çukura gömülecek olmamız gerçeğini değiştirmeyecek bilesiniz.
-----0-----
Bir gün nasıl olsa öleceğim.
Ölmek önemli değil; önemli olan yaşamımla da, ölümümle de, başkaları üzerinde etkili olabilmektir.
-Küçük Kara Balık-



8 Haziran 2017 Perşembe

ŞAİR'DEN OKUR'A ŞİİR


Şair ölür mü?
Ölür elbet;
Kaleminde parmak izi,
Kağıdın da nefesi kalır.

Siir duyuş’un deyiş’e dönüşmesidir.” der Yahya Kemal.
Ve bazen öyle deyişlere denk gelir ki insan; deyişemi yansın duyuşa mı şaşar.

Hayatın getirdiklerini, götürdüklerini, verdiklerini, hiç vermediklerini, verip de geri aldıklarını öyle güzel işler ki kağıda bazı kalemler; insan okudukça şairin duyuşuna iştirak eder.
Okudukça düşünür, düşündükçe düşer!
Kendi içine düşer...
Sonra mı? Sonra kendi içinde, kendisini kaybeder.

Göğsümde bir sıkıntılı kuş,
İçimde göz gözü görmüyor.
Çaldım kapımı!
Anahtarlar içerde..
Enis BATUR

İşte şiir; her şiir şairin en büyük trajedisi.
İşte şair; her şair okuyucunun en yakın suç ortağı; dostlukta, arkadaşlıkta, savaşta, barışta, sevgide, aşkta...

Seni nasıl seviyorum biliyor musun?
Ot yağmuru nasıl severse,
Ayna ışığı nasıl severse,
Balık suyu,
Ve insan ekmeği nasıl severse...
Sarhoşun şarabı,
Şarabın billur kadehi sevdiği gibi,
Annenin çocuğu,
Çocuğun anneyi sevdiği gibi...
Nazım Hikmet RAN

KOŞARADIM

Gittikçe yalnızlaşıyorsunuz insan kardeşlerim!
Ne bir ortak sevinciniz kaldı sizi çoğaltacak,
Ne bir içten dostunuz var acınızı alacak.
Unuttunuz nicedir paylaşmanın mutluluğunu;
Toprağı, rüzgarı, denizi, göğü...
O her zaman bir insanla anlamlı,
Tükenmez bir hazine gibi kendini sunan doğayı.
Unuttunuz; gömülüp günlük çıkarların
Ve ucuz korkuların kör kuyularına,
Daraldıkça daraldı dünyaya açılan pencereniz.
Fırlayıp ilk ışıklarıyla günün dağınık yataklardan
Koşar adım gidiyorsunuz işinize,
                                                         değişmeyen yollardan
Kurulmuş saatler gibi gün boyu çalışıp tekdüze
Uzayan gölgelerle koşaradım dönüyorsunuz evinize.
Ne kadar uzaksa bir felaket sizden,
                                                     o kadar mutlusunuz
Unuttunuz başkalarının acısını duymayı,
Küçük çıkarların büyük kurnazları!
Alışverişe döndü tüm ilişkileriniz, hesaplı, planlı
Sevgileriniz ayaküstü, ilgileriniz koşaradım...
Unuttunuz konuşmayı kendinizi vererek.
Düşünmeden bir başka şeyi,
İçten, yalın, dürüst dışa vurmayı duygularınızı
Unuttunuz,
Neydi bir ince söze yakışan en güzel davranış.
Gittikçe yalnızlaşıyorsunuz insan kardeşlerim!
-Ki bu en büyük kötülüktür size-
Yıkanmıyor bir kez olsun yüreğiniz yağmurlarla
Denizler boşuna devinip duruyor,
Bir çarşaf gibi gerip ufkunuza mavisini,
Çiçekler her bahar uyanışın türküsünü söylüyor da, görmüyorsunuz.
Sizin adınıza dünyanın pek çok yerinde,
İnsanlar dövüşüyor!
                               ellerinde yürekleri birer ülke
Anlamıyorsunuz inançlarını, bir kez düşünmüyorsunuz.
Ömrünüzü güzelleştirecek bir şey almadan hayattan
Bir şeyler bırakmadan ardınızda gelecek adına
Koşar adım tükeniyorsunuz insan kardeşlerim,
Koşar adım!
Duymadan bir gün olsun dünyayı iliklerinizde...
ŞÜKRÜ ERBAŞ

27 Mayıs 2017 Cumartesi

HOŞ GELDİN EY ŞEHR-İ RAMAZAN

Dücane der ki: 
"Ey Talip; yeme içme orucu tutmak kolay fakat hased, kin, nefret, intikam, öfke, şiddet, ihtiras orucu tutmak çok zordur."
--------------
İnsanlığın merhamete, toprağın berekete, dünyanın iyiliğe ve güzelliğe açlık çektiği devrimize kut/la gel ey Şehr-i Ramazan. Kut yağdır gönül bahçelerimize; 
Düşümüze, 
Düşünümüze, 
Ruhumuza, hanemize...
Müminleri hândân,
Mücrimleri giryân,
Şeytanları sûzân,
Düşmanları perişan eyle!
Azrail tabaklarımıza bırakmadan ölümü, hakiki oruçların iftarına kavuştur bizi, 
Ki temizlensin gönül kandilimizin isi.
Riya desenlerinden arındırdığın libaslar giydir ruhumuza seherlerde; tâ fecirden başlayarak güneş batana dek!..
Ey çifte sevince tek nîmet,
Ey iki güzele bir aşık,
Hoşgeldin; yüzü nur, gönlü mâh/ım;
Geldin, aydınlat kara düşünceleri, 
Barış getir, 
Esenlik getir,  
Huzur getir dünyaya,
Çığlıkların feryada karıştığı şu çağda;
Mazluma imdâd,
Mümine dâd yetiştir...
(Amin)

28 Nisan 2017 Cuma

ÖZGÜRLÜK DÜŞÜNMEKTİR VE GÜÇ KALEMİN İÇİNDEDİR...


İzlerken; baştan sona gözlerim doluydu...
Yüreğim taşkın, 
Öfke, üzüntü, isyan
Hepsi sökün etti bir bir zihnime
İnsandan ve insanlığımdan nefret ettim yer yer
Vatan için, özgürlük için, bizim için canından geçenlere dualar ettim,
Yüzyıllardır sömürgecilik yaparak milyarlarca insanın kanını döken,
Aklın sınırlarını zorlayacak işkencelerle milyarlarca insanı bedenen ve ruhen çökerten,
Ülkeleri yokluğa ve sefalete sürükleyen o tek dişi kalmış canavarlara lanetler okudum.
Onların peşlerinden giderek kendi insanını harcayan; 
Eşini, dostunu, komşusunu, arkadaşını kabilecilik yaparak ötekileştiren,
Çıkarları uğruna hem kendini, hem vatanını satan, 
Geleceğini celladına peşkeş çeken insanlara: Yerin dibine batın dedim
Ve filmi aklımda şu üç kelimeyle bitirdim "Oku" "Eğit" "Öğret"

Gerçek bir yaşam öyküsü, 
Mau Mau Kabilesinden olan, 84 yaşındaki inatçı Mague'nin öyküsü
Ülkesinin özgürlüğü için savaşmaya yemin etmiş bir kabilenin Britanyalılar tarafından yok edilmeye çalışılmasının öyküsü
Özgürlük mücadelelerinden ötürü ülkenin diğer bazı kabileleri tarafından dahi suçlanan ve dışlanan bir kabilenin öyküsü
Geçmişini unutanların ve tarihine yabancılaşanların öyküsü
Eğitimin, kitabın, kalemin, okulun, okumanın kıymetini bilenlerin, bilmeyenlere karşı verdiği takdire şayan mücadelenin öyküsü
Özgürlüğün, insanlığın, varolmanın, azmin, kararlılığın, öncülüğün, başarının ve zaferin öyküsü...

"Bize susmamızı söylediler. Biz de sesimizi yükselttik."
Ve bedelini sivri kalemlerle sağır edilen kulaklarımızla, kızgın maşalarla kör edilen gözlerimizle, kesilen ayak parmaklarımızla, kırılan kafataslarımızla, gözlerimizin önünde öldürülen eş ve çocuklarımızla ödedik.
Hiç kimsenin toprağında değil, hiç kimsenin yaşam alanında değil, hiç kimsenin vatanında değil; 
Kendi ülkemizde, kendi toprağımızda, kendi güğümüzün altında olduğumuz için ödedik.
Vatanımıza, özgürlüğümüze, geleceğimize sahip çıkmak istediğimiz için ödedik.
Varlığımızı köle olarak değil; kendi ülkemizin, kendi kendimizin efendisi olarak sürdürmeyi düşlediğimiz için ödedik.


"Eğitim Sen Toprak Olana Kadar Devam Eder."
Öğrenmenin zamanı, yeri ve yaşı yoktur. İnsan doğumdan ölüme sürekli öğrenir, öğrenmelidir, öğretmelidir...
Doğruyu öğrenmelidir,
Geçmişini öğrenmelidir,
Tarihini öğrenmelidir,
Atalarını öğrenmelidir,
Azmi, mücadeleyi, düşünmeyi ve gücün kalemde saklı olduğunu öğrenmelidir.
Vatanını en çok sevenin, vatan için en çok çalışan olduğunu öğrenmelidir.
Toprağında yetişen her çiçeği, göğünde uçan her kuşu, rengi, kokusu, cinsi ne olursa olsun bir bilmeyi, bir olmayı, birlik olmayı öğrenmelidir.

"Eğer okuyup yazamıyorsak, hiçbir şey değiliz."
Keçiler okuyamaz. Keçiler yazamaz. Keçiler düşünemez. Eğer okuyamıyorsak, yazamıyorsak ve düşünemiyorsak bir keçiden ne farkımız olur?
Okumalısınız çocuklar; okumalı, yazmalı ve öğrenmelisiniz. Düşünmeyi öğrenmelisiniz. Benim gibi bir keçi olmamalısınız. 
Evet ben bir keçiyim!
-Evet, sen bir keçisin Mague! İnatçı bir keçi ve keçiler çok zekidir. Yapmak istediklerini de başarırlar. Tıpkı senin gibi Mague, tıpkı senin gibi...

25 Nisan 2017 Salı

DUA ET VE KENDİNİ SEV!..

Ey Evrenin Yaratıcısı!
Bugün; kendimizi olduğumuz gibi, yargılamadan kabul etmemize yardım et! 
Tüm duygularımızla, umutlarımızla ve hayallerimizle; zihnimizin, kişiliğimizin, varlığımızın eşsizliğini kabul etmemize yardım et!
Bedenimizi tüm güzelliği ve mükemmelliği ile olduğu gibi kabul etmemize yardım et!
Kendimize duyduğumuz sevgi o kadar güçlü olsun ki; bir daha asla kendimizi reddetmeyelim veya mutluluğumuzu, özgürlüğümüzü ve sevgimizi sabote etmeyelim, 
ve şu andan itibaren her eylemimizin, her reaksiyon, her düşünce, her duygumuzun temeline sevgiyi koyalım.
Yaşamımızın tüm rüyası korku ve dramdan, sevgi ve sevince dönüşene dek; kendimize olan sevgimizi artırmamıza yardım et!
Kendimize duyduğumuz sevginin gücü; inanmaya programlandığımız tüm yalanları, 
yeterince iyi, yeterince güçlü ya da yeterince zeki olmadığımıza olan inançları, 
yapamayacağımızı düşündüren tüm yeisleri yıkmaya yeterli olsun.
Kendimize olan sevgimizin gücü; yaşamı başkalarının fikirlerine göre yaşamaya gereksinim duymayacağımız kadar güçlü olsun. 
Yapmamız gereken seçimleri yapmak için tamamen kendimize güvenelim.
Kendimize olan güvenimizle; yaşamımızda ki tüm sorumlulukları ve karşılaştığımız tüm problemleri cesaretle çözebilelim.
Neyi başarmak istiyorsak; neyi yapmak istiyorsak, başkalarının eliyle değil; bizatihi kendi elimizle, kendimize olan güvenin gücüyle yapalım.
Bugünden başlayarak; kendimizi sevelim, kendimize inanalım, kendimiz olarak kalalım ve kendimiz olarak yaşayalım.
Başka insanların bizi kabul etmelerine veya ne kadar iyi olduğumuzu söylemelerine gereksinim duymadan, ne olduğumuzu ve kim olduğumuzu bilelim. 
Kendimizi sevmenin gücüyle, aynaya her baktığımızda, gördüğümüzden zevk alalım. Yüzümüzde, içsel ve dışsal güzelliğimizi zenginleştiren büyük bir gülümseme taşıyalım.
Her zaman kendi varlığımızdan haz alalım. 
Kendimizi yargılamadan sevelim; yargıladığımız zaman suçlama ve suçluluk taşıyacağımızı, cezalandırmaya gereksinimimiz olacağını ve senin sevginin perspektifini kaybedeceğimizi bilelim.

Ey Evrenin Yaratıcısı! 
Böyle anlarda kendimizi bağışlayabilmemiz için irademizi güçlendir.
Zihinlerimizi duygusal zehirden ve kendini yargılamaktan temizle; ki tam bir huzur ve sevgi içinde yaşayabilelim. 
Kendimize olan sevgimiz yaşamımızın rüyasını değiştiren güç olsun. Kalplerimizde ki bu yeni güç ile, sahip olduğumuz her ilişkiyi dönüştürelim. 
Başkaları ile olan anlaşmazlıklarımızdan bizi azat et, böylece ruhlarımızı özgürleştirebilelim.
Zamanımızı sevdiklerimizle paylaşmak için mutlu olalım ve onları zihnimizde hissettiğimiz tüm haksızlıklar için bağışlamamıza yardım et. 
Kendimizi sevmemize yardım et. 
Yaşamımızda bizi inciten herkesi bağışlayalım. 
Ailemizi ve arkadaşlarımızı koşulsuzca sevmemiz için ve ilişkilerimizi pozitif ve sevgi dolu yaşayabilmemiz için bize cesaret ver. 
İlişkilerimizde yeni iletişim kanalları bulmamıza yardım et, ki hayatımızı kontrol ve güç savaşından koruyabilelim. 
Yaşamımızda kazanan veya kaybedenler olmasın; sevgi, sevinç ve uyum için, hep birlikte, el ele, yürek yüreğe çalışabilelim.
Ailemiz ve arkadaşlarımız ile ilişkilerimiz saygı ve sevince dayansın, artık onlara nasıl olacaklarını ve nasıl düşüneceklerini söylemeye gereksinim duymayalım. 
Romantik ilişkilerimiz en olağanüstü ilişkiler olsun. 
Başkalarını oldukları gibi, yargılamadan kabul etmemize yardım et, onları reddettiğimiz zaman, aslında kendimizi reddettiğimizi bilelim. Kendimizi reddettiğimiz zaman, seni reddettiğimizin idrakinde olalım.
Bugünü bizim için yeni bir başlangıç kıl ve yaşama kendimizi sevmenin gücü ile  sil baştan başlamamıza yardımcı et! 
Yaşamımızdan zevk almamıza, ilişkilerimizden haz almamıza, yaşamı keşfetmemize, riskler almamıza, canlı olmamıza ve sevmekten korkmadan yaşamamıza yardım et!
Kalbimizi doğuştan hakkımız olan sevgiye açmamıza; minnettarlığın, cömertliğin ve sevginin üstatları olmamıza yardım et, ki tüm yarattıklarından ebediyen zevk alabilelim.

12 Nisan 2017 Çarşamba

ESKİMEYEN DOSTLARIM:ESKİ KİTAPLARIM

90' lar da alıp okuduğum birkaç kitap, sahaflarda bulunan bir koku, yıpranmış sayfalar, sayfalar arasından çıkan kısa notlar, altı çizilmiş cümleler...
Hepsini saklamışım.
İyi ki saklamışım.

Kitaplar;
     Onlar ki her biri "ben" pazılının bir parçası.
     Onlar ki dünün ziyasıyla bugünümüzü aydınlatan kandiller.
     Onlar düşünce trenimizin lokomatifi,
     Karanlık gecelerin ay ışığı,
     Yakıcı sıcaklarda koca çınar gölgesi,
     Yangın zamanlarının serin pınarı,
     Onlar ki ariflerin dostu, cahillerin düşmanı..
----------
📌Yedi Çınar Yaylası-Kemal Tahir
Doğduğum ve büyüdüğüm yerleri, Orta Anadolu'yu anlatan kitap "Lafla bağlanan, dişle sökülebilir mi? diye bir soru soruyor.

📌Şehir Mektupları-Ahmet Rasim
Yaşanmış ama yazılmamış hikayelerin anlatıldığı kitabın müellifi, aynı zamanda "Sakın geç kalma erken gel" şarkısının da güftecisi. Şarkının hikayesini bir okuyun derim, pek bir latif.

📌Canım Cehenneme-Ramazan Bulut
Harp Okulu mezunu bir hukukçudan şiirler:
     Hasretin
     Bunca yıldır tahtını kurduğu yer
     Ayaklanan fikrimin sınırsız ülkesidir
     Bir bahar deşiğinden kanayışıma sebep
     Hüznün yüreğimdeki kanlı ihtilâlidir.

📌İslam Tasavvufunun Meseleleri-Prof.Dr.Erol Güngör
Hakikat bu dünyada gördüklerimiz değildir, burada gördüklerimiz ancak hakikatin eksik birer parçası olabilir. "Dünya bu yüzden kusurludur; hakikati tam olarak aksettiremediği için" diyen kitap bunu Fuzili'nin şu dizeleriyle ifade ediyor:
     Gelin ey ehl-i hakîkat çıkalım dünyâdan
     Gayrı yerler gezelim özge safâlar görelim
     Seyr-i germiyyet-i gavgâ-yı kıyâmet kılalım
     Vaz’-i cem’iyyet-i hengâme-i mahşer görelim
     Reviş-i silsile-i dehr melûl etti bizi
     Nice bir dehrde evzâ’i mükerrer görelim

📌O Hayal Aynasından-Yılmaz Karakoyunlu
Hepsi birbirinden güzel onlarca rubai:
     Âmâl ile ef'âli farketmektir maharet
     Tafsil ile icmâli fark etmektir maharet
     Şu gönül aynasında bin çehrenin aksi var;
     Süret ile cemâli fark etmektir maharet.

8 Nisan 2017 Cumartesi

DELİRMEK, BELİRMEKTİR!

Gördüm ki hangi ekonomik ya da sosyal sınıfta bulunursa bulunsun, hangi statüde olursa olsun iyi yazanlar ve yazdıkları asırlara sari olanlar her devirde insanların ruhuna dokunmayı başarmışlar, ifade bulamamış duygulara tercüman olmuşlar ve buna karşılık yaşadıkları dönemlerde ekseriyetle biraz tuhaf, biraz deli, biraz garip olarak nitelendirilmişlerdir.
Varlığının idrakine varmış olanlar, nihayetinde düşüncenin ve düşünmenin müptelası olmuş; dünyanın ahval ve şeraiti üzerine düşünmeyi insan olmanın gereği bilmiş, düşünmüş, düşündükçe delirmiş, delirdikçe belirmiş olanlardır.
Zihni, duyulduğu gibi
Gönlü, görüldüğü gibi
Ruhu yaratıldığı hal üzere özgür olanlar; tüm bu düşünce metaforunda her geçen gün derinleşmiş, derinleştikçe dünyaya yabancılaşmış, yabancılaştıkça da yalnızlaşmışlardır.
----------
Gezegenin sadece iki ayağı üzerinde yürüyebilen değil, düşünebilen tek varlığı sıfatına sahip insanın, kendisine bahşedilen ayrıcalıklardan feragat ederek hayvanileşmesi, kendi cinsine bu denli düşmanca duygular beslemesi ve her geçen gün vahşet üstüne vahşet işlemesi, kendini bilenlerin yüreğinde derin yaralar açmaktadır.
İnsan doğasının yaşamak için öldürmek gibi hayvani bir düzenin aksine, yaşamak için yaşatmayı merkezine alan bir sistem üzerine kurulduğunu bilenler için hayat, mevcut dünya düzeninde gün geçtikçe daha da dayanılmaz bir hâle gelmiştir.
Geçen ve dahi geçmekte olan günler göstermektedir ki; birlik ve beraberlik ruhunu yakalayamayan toplumlar, yeryüzünün çıkar çarkı içinde tarih boyunca acı, yokluk, açlık ve hiçlik çekmeye mahkum olmuş; sefalet ve felaket batağında çırpınıp durmuşlardır.
Mevcut bu düzen, maalesef ki çarkını döndürmek ve kendi kendini yememek için her yüzyıl da mutlaka bir yerlere saldırmış ve her saldırış milyonlarca insanın hayatına mal olmuştur.
Birlik ve beraberlik ruhundan uzaklaştırılan, kısımlara-kesimlere-bölümlere ayrıştırılan, biz değil de beriki-öteki olan, örgütlenemeyen, aynı yöne kürek çekemeyen toplumları hiç tereddüt etmeden dişlileri arasına alan çark; onları önce unufak etmiş, sonra da alacağını alıp geriye koca bir enkaz bırakarak sahayı terk etmiştir.
----------
Bugün bir kez daha ivmesini artırmış olan bu çarkın dişlileri arasına girmekten milletimizi ve memleketimizi muhafaza etmek ve bu emperyalist düzene teslim olmamak için,
Güçlü bir Türkiye için,
Hep birlikte,
Milletçe,
Toplumumuzun tüm renkleriyle,
Yan yana, diz dize, omuz omuza durulmalı,
Öncelik daima vatan olmalı,
Iyi düşünülmeli, doğru karar verilmelidir.

11 Mart 2017 Cumartesi

TOPLUM MÜHENDİSLİĞİ VE MEDYA

Toplumun en küçük yapıtaşı bireydir. Bu nedenle bir toplumun kalitesi, o toplumu oluşturan bireylerin kalitesi ile doğru orantılıdır. 
"Siz kendi benliklerinizde olanı değiştirmedikçe, Allah da toplumunuzu değiştirmez." Rad Sûresi 11.Ayet
Burada önemli bir sosyolojik kanuna da atıfta bulunan ayet; değer odaklı bir toplum arzuluyorsak, arzuladığımız değerleri önce kendi merkezimize koymamız gerektiğini vurgular.
Bugün;
•Durduğumuz yer ile durmamız gereken yer arasındaki uçurum gün geçtikçe derinleşmektedir.
•İnançlarımızı içselleştirecek, gerçekleştirecek ve güçlendirecek aşkımız ve irademiz her geçen gün biraz daha yok olmaktadır.
•Sahip olduğumuz bilgi, birikim ve bilinç ne yapmamız gerektiğini bulmamıza yetsede, nasıl yapmamız gerektiğini bilmemize yetmemektedir.
Bu bağlamda müslüman yeryüzünde "Gücün sözüne" karşı, "Sözün gücünü" tesisle mükelleftir. İslamın vizyonu kişilerin değil, ilkelerin liderliğidir. Bugün yoğun bir şekilde maruz bırakıldığımız yerel ve küresel toplum mühendisliğinin zihin biçimlendirme operasyonlarından kendimizi muhafaza etmemiz, çıkar ve propaganda savaşlarının tam ortasında kaldığımız şu dönem kültürümüze, inançlarımıza, değerlerimize ve hepsinden daha öte "BİRBİRİMİZE" kuvvetle sahip çıkmamız gerekmektedir.
Unutulmamalıdır ki; toplum mühendisliği denilen ve insanları belirlenen alanlara çekerek hedefleri doğrultusunda dönüştürmeyi  gaye edinen bu sosyolojik şekillendiriciler, toplumun genetiği ile oynayıp derin hasarlar açmakta mahir oldukları kadar, toplumu kutuplaştırıp zayıflatmak ve kolay yutulabilir hale getirmek konusunda da bir o kadar mahirdir.
Televizyon, internet, gazete, dergi gibi her türlü medya aracının bu canavarlar tarafından yoğun bir şekilde kullanılan unsurlar olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. 
Medya araçları eliyle bugün; nerede evleneceğimizden kaç çocuk yapacağımıza, ne yiyeceğimizden ne giyeceğimize, hangi kitapları okuyup nerede gezeceğimize kadar mahrem yahut namahrem tüm alanlarımıza girilmekte ve müdahalede edilmektedır.
Tüm alanlarda uğradığımız erezyon değerli yönlerimizi bir bir almış götürmüş, atalarımızın dişiyle, tırnağıyla, kanıyla, canıyla kazanarak süreğenleştirip bıraktıgı kültürel miras yozlastırılıp tahrip edilerek şahsi çıkar ve hesap masalarında harcanır olmuştur. Toplum içinde kutuplaşan kesimlerin her biri, tarihinin bir kısmına düşman edilmiş, din algısı ise neredeyse tamamen değiştirilerek bir hayat nizamı olmaktan çıkarılıp, adeta kişisel bir arınma meselesine indirgenmiştir. Dine teslim olmak yerine dini teslim almaya dayalı bir dindarlık anlayışıyla din, kurucu ve yapıcı bir özne olmaktan çıkartılarak kapitalist düzenin sağanağı altındaki mevcut işleyişe ahlaki bir vasıf kazandıracak nesne durumuna getirilmiştir.
Kurtuluş için değişen dünyanın medya aracılığıyla dayattığı dünyevileşme ve bunun doğal sonucu olarak ortaya çıkan güç zehirlenmesinden kendimizi korumamız ve tasavvurumuzu, aklımızı ve şahsiyetimizi yeniden manevi değerlerin harcıyla inşa etmemiz gerekmektedir.
İdeolojik ve politik mülahazalarla çıkar mülahazalarının bulanık, korku ve hırs dolu ikliminden çıkmamız gerekmektedir. Zira ne insan, ne de toplum bulanık, korku ve hırs dolu bir ortamda tam olarak ne yapmasi gerektiğini kestiremez. Kestirsede uygulayamaz. Uygulasada başarılı olamaz.

24 Şubat 2017 Cuma

DUYMADIĞINIZ SESLERİ ALKIŞLAMAYIN


SORDUM SARI ÇİÇEĞE, SEN BENİ BİLİR MİSİN?

Benim küçücük, böcücük sarı çiçeğimdi, her gün üç posta kokladım, ne kadar güzel olduğundan bahsettim; yanına her oturuşumda onu çok sevdiğimi söyledim.
O küçücük çiçek yeni sürgünler verdi, yeni yeni çiçekler açtı, yaprakları minicik saksısına dolup taştı, daha da bir parlaklaştı, odama mis gibi kokular saçtı.
O bana hayatta ki besin değeri en yüksek gıdanın sevgi olduğunu gösterdi;
Ben ona hayatın sevgiden -sevmekten ve sevilmekten- yoksun, yani yoksul insanlarla dolup taştığını anlattım.
Konuyu kapattı!
---------- 0 ----------
KAĞIT EV

Carlos María Domínguez'in muhteşem kitabı.
O da tıpkı çiçeğim gibi küçücük, topu topu 89 sayfacık. Ama gel gör ki 89 sayfayı 89 kez okumak isteyince; 89×89=7921 sayfalık devasa bir kitap okumuş oluyor insan.
Kitabın arka kapağından: "Kitaplara, okumaya ve aşka dair bir kitap; kalın ciltlerin arasında saklanacak bir mücevher, mutlu azınlığa"yazılmış.
-1998 ilkbaharında Bluma Lennon, Soha'daki bir kitapçıdan Emili DİCKİNSON'un Şiirleri'nin eski bir baskısını aldı ve ilk köşe başında, tam da ikinci şiiri okumaya başladığında, bir arabanın altında kaldı.
Kitaplar insanların kaderlerini değiştirir. Mesela; kimileri "Malezya Kaplanı"nı okuyup uzak diyarlarda ki üniversitelerde edebiyat profesörü oldu, Siddhartha'yı okuyan binlerce genç Hinduizm'e merak saldı, Hemingway insanları sporcu yaptı, Dumas kitaplarıyla binlerce kadının hayatını alt üst ettiyse de, neyse ki yemek kitapları sayesinde intihardan kurtulanların sayısı azımsanamayacak kadar çoktu :)
Bluma'nın cenazesi Cambridge Üniversitesindeki pek çok önemli ismi bir araya getirdi ve törende Prof.Dr. Robert LAUREL O'ndan övgü dolu sözlerle bahsetti. Özellikle Latin Amerika Edebiyatına katkılarının asla tartışma götürmeyeceği gerçeğine yaptığı vurgunun ardından konuşmasını şu cümleyle bitirdi:
-"Bluma; onu hayattan alıp götürecek olanın, yine bu olacağını bilmeden, tüm hayatını edebiyata adadı."
Bunun üstüne Laurel'i tüm töreni "Edeb-i Kelamlılık" ederek mahvetmekle suçlayan John Bernon O'na şu cevabı verdi:
-"O'nu bir araba öldürdü; şiir ya da edebiyat değil"
-"Hiç bir şey temsilinin dışında vuku bulmaz." diye itiraz etti Bernon'un bu sözüne iki genç ve "Herkes istediği temsili seçme hakkına sahiptir." dedi bir diğeri.
Tüm bu tartışmalara şahitlik eden yaşlı bir adam da:
 -"Ve de kötü edebiyat yapma hakkına...Pekala!" diyerek ekledi.
--------- 0 ---------

ÜSLUB-U BEYAN, AYNIYLE İNSAN
Rahmetli dedem şöyle söylerdi: -"Kızım, bir insanın ifade tarzı kendisini anlatır. Allah sana uzun ömür versin, yaşadıkça göreceksin ki, insan ne ile doluysa onu boşaltır. Ne ise, öyle konuşur." (Toprağı bol, mekanı Cennet olsun)
Yaşadıkça gördüm ki; insanın üslubu, tavrı, tarzı, özü, sözü...bunların hepsi hayatta ki parmak izleridir ve eşsizdir. Bu izler ki; insanın kişiliğini anlatır, karakterini tanımlar, değişmez, değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez.
Kimse kaktüs fidesinin gonca güller açması beklemez, ya da bir gül dalından hercai menekşeler çıkmasını umut etmez, edemez.
Konuşma'daki üslup konuşulandan,
Yazı'daki üslup yazılandan,
Sanat'daki üslup sanata konu olandan
...
daha önemlidir ki; hem muhataba biçilen değeri, hem de mütekellimin gönül ve zihin dünyasının kıymeti harbiyesini gösterir.
---------- 0 ----------
İNSAN DİLİNİN ALTINDA GİZLİDİR
İnsanın; 
Cisminin güzelliği yüzünde, yüzünün güzelliği gözünde aşikar olur.
Özünün güzelliği sözünde, sözünün güzelliği, yüksekliği, derinliği ise maksadında ve makamında aşikardır.
İnsanoğlu dilinin altında gizlidir.
"Şu dil ki can kapısının perdesidir.
 Yel perdeyi kaldırdı mı, evin içinde ne var aşikar olur.
 O evde inci mi var, buğday mı,
 Evin içinde altın hazineleri mi saklı yoksa yılanlar, akrepler mi gizli?"
---------- 0 ----------
FOLLOW ve FOLLOWERS UĞRUNA
Ünlü virtüöz, piyanosunun başına oturmuş ve salonu hıncahınç dolduran  seyircilerin önünde konserine başlamıştı. Ancak tuşlara basıp çalıyor görünmesine rağmen, telleri önceden sıkılmış olan piyonadan hiçbir ses çıkmıyordu. Dinleyiciler birbirlerine göz ucuyla bakarak ne yapmaları gerektiğini araştırıyorlar fakat nedense hiç kimse tepki göstermiyordu. İki saat süren sessiz konserden sonra ünlü virtüöz oturduğu yerden kalkarak büyük bir ciddiyetle seyircileri selamladı. Salon kesintisiz ve yüksek alkış sesleriyle çınlıyordu. İngiltere'de yaşanan bu olaydan sonra piyanist , kendisiyle röportaj yapan televizyon spikerine:
- "İnsanlardaki tepkisizliğin nereye kadar varabileceğini öğrenmek istedim." der ve ekler;
- "Meğer sınırı yokmuş!?.."

2 Şubat 2017 Perşembe

ESFEL-İ SAFİLİNDEN EŞREF-İ MAHLUKATA GİDEN YOLUN AZIĞI:OKUMAK

İnsan okur!
İnsan; insanı okur,
İnsan; doğayı okur, kainatı okur, kendini okur...
Okudukça bilir, bildikçe anlar, anladıkça sorularına cevap bulur. Sorularına cevap bulan yaşamın sırlarına vakıf olur.
Okumak siyah mürekkeple işlenmiş kağıt parçalarındaki nakışları seyre dalmak değildir.
Okumak doğum dan ölüme giden yolda kendini aramak, kendini bulmak, kendin olmaktır.
---------- 0 ----------
Dolu bir bardağı ne kadar doldurabilirsiniz? Ya da dolu bir bardak içine daha ne kadar su alabilir? Dolu bir bardağın sudan ne beklentisi olabilir?
Onun gayesi artık su almak değil, su vermektir. Susuzluğu dinmiştir.
Peki ya dolu bir insan!?..
Dolu bir insana ne verebilir, neyi, ne kadar zerk edebilirsiniz? Dolu bir insanın başkalarından beklentisi ne olabilir? Daha doğrusu başkalarından bir beklentisi olabilir mi?
Öyleyse okumak bu işe yarıyor? Ruhunda ki ve zihninde ki boşlukları doldurmaya mı? Zaaflarından-zayıflıklarından, kininden-kibriden, nefretinden-husumetinden, sevgisizliğinden-hoşgörüsüzlüğünden, bağnazlığından-bilgisizliğinden kurtarmaya, yeni yeni yerler açmaya ve açtığı yerleri varoluş gayesine uygun bir harçla doldurup kişiyi sağlamlaştırmaya, sağlamlaştırıp insan sıfatına yaraşır bir şekilde dimdik ayakta tutmaya mı yarıyor?

İnsanın okudukça açgözlülüğü törpüleniyor; sahip olduklarına şükretmeyi, başkalarına ait olana göz dikmemeyi, varolanla yetinmeyi öğreniyor.
Okudukça benlik libasından sıyrılıyor; yediden yetmişe her insanın toplumun bir parçası olduğunu ve kendi beklentileri doğrultusunda değil de, genel geçer sınırlar çerçevesinde, herkesin bireysel özellikleri, arzu ve ihtiyaçları doğrultusunda sürdürmeye çalıştığı yaşamına saygı duymayı öğreniyor.
Okudukça bakış açısı genişliyor; olayların zahiri görüntüsünün ötesine geçip aynanın arkasında ki sır/a vakıf oluyor, bir nevi zahirden batına köprü kuruyor.
Okudukça nezaketi ve zerafeti artıyor, üzerinde yaratıcının sıfatları tecelli ediyor; Esfel-i Safilinden, Eşref-i Mahlukat'a yol buluyor, yol alıyor, yol oluyor.
Okudukça kuldan beklememeyi, kula kulluk etmemeyi öğreniyor.
Okudukça yaratılmışların içinde düşünebilme yeteneğine sahip tek varlık olduğunu fark ediyor.
Okudukça yalnızca kendinin değil, nefes alıp veren her canlının duygusu, hüznü, sevinci, acısı, mutluluğu, derdi, sesi, sözü... kısaca kendi yaşadıkları ve yaşanmışlıkları olduğunun idrakine varıyor.
Okudukça kimseden bir şey beklememeyi öğreniyor.
Ve asude bir yaşam iklimine yelken açıyor.